İsmail SERT

    İsmail SERT


    'SAYIN MUHBİR VATANDAŞ'

    03 Aralık 2020 - 17:47


    Koronavirüs hayatımızı istila etti. Sevimsiz bir şaka gibi girmişti, yayıldı, genleşti, genişledi, büyüdü, biraz geri çekildi, sonra tekrar hücuma geçti. Artık hayatlarımız işgal altında. Gerekli olmadıkça evlerimizden çıkmıyoruz. Sokağa adımımızı attığımızda ise maskelerimizin arkasına saklanıyoruz. Virüs, maske takmanın ölçüsünün de birbirimizi tanıyamayacak biçimde olması için dayatıyor. Maskeli yüzü tanıyorsak, biliyoruz ki; maske yanlış takılmış. Uygun takılan maskelerle herkes herkese yabancı. Tanımadan, uzaktan da olsa el sallamadan gitmemiz isteniyor.  
    Derken yeni bir evreye geçiyoruz. ‘İhbar dönemi’ başlıyor. İçişleri Bakanlığı’nın ‘Yeni Kısıtlama ve Tedbirler’ genelgesi kapsamında artık muhtarlar ve apartman yöneticileri dışında vatandaşlar da evlerdeki toplanmaları kolluk kuvvetlerine ihbar edebilecekler.
    Hayat Eve Sığar (HES) uygulamasına daha önce getirilen ‘ihbar’ özelliğinden, ev içi toplantılarla ilgili tedbirlerin denetimi açısından da faydalanılması değerlendiriliyor.
    Anadolu’da bir küçük ilçe uygulamaya başladı bile. Kaymakamlığın yazısı ‘alınan karar doğrultusunda, 1 Aralık’tan itibaren, ilçe genelinde aile, akraba ve hane ziyaretlerinin yasaklandığını’ bildiriyor ve duyarlı(!) vatandaşlara sesleniyor.
    En masum basamakta konumlandırılıyor olsa da ‘ihbar’ ve ‘muhbirlik’ kavramlarının çağrışımları kötü. Devletin kapıyı aralamasıyla muhbirliğe geçiş yapmak da hoş değil. Siyasi tarihimizde bir dönem “sayın muhbir vatandaş” hitabı cesurane bir çıplaklıkla kullanılmıştı. O dönemlerdeki cadı kazanlarını hatırlayanlar için devletin yazışmasında ‘ihbar’ teriminin geçmesi bile yeterince irkiltici olsa gerek. O yılların acı sonuçlar doğuran tablosundan uzakta olduğumuzu kestirsek de hatta bilsek de, hem devletin, hem bizlerin durup düşünmesini gerektiren bir aşamadayız.
    Salgın biter bir gün. Ancak o güne kadar ‘hasar’ almış oluruz. Karşılıklı güvensizlik iklimi büyüyüp her yeri kaplayabilir. Kapılarımızı kapatsak, altlarındaki boşlukları kilimlerle örtsek de bir yerlerden sızabilir.
    Yönümüz şaşabilir, dengelerimiz bozulabilir. Dünyaya muhbirliğin çarpık prizmasından bakmaya başlayabiliriz. Pencerelerimiz dikiz kulesi haline gelebilir. Kendimizi kapı arkalarında, kalabalık ayak seslerine kulak kesilmiş halde bulabiliriz. Hele kapılıp gittiğimizi fark etmezsek, yolun sonunda kendimizi tanıyamayabiliriz. Alışkanlıklarımız değişir de ‘ihbarlık tipler’ ‘ihbarlık olaylar’ aranmaya başlayabiliriz. Cümle psikologlar ve psikiyatrlar toplansalar da bizi içine düştüğümüz kuyudan çıkartamayabilirler.
    Etrafına şüpheyle bakan kişiler olmadan o güne yetişebilmeliyiz. Tamam sarılmak, yanak yanağa selamlaşmak geride kalsın. Virüsün bizi yakaladığı zamandaki bize geri dönebilmeliyiz. En azından oraya.
    Sivil vatandaşları ihbar mekanizmasıyla Koronavirüs mücadelesine dahil etmek, karar alma aşamasında çok işlevsel görünebilir. Masum duruyor da olabilir. Ancak uygulama ilerledikçe beklenmeyen yollara sapabileceği hesaba katılmalıdır. Geçmişten getirilen hesaplar araya girip ‘kısa devre’ yapabilir. Başka ödeşmeler sinsice devreye girebilir. Fazladan ihbarlar mahallenin havasını ağırlaştırabilir.
    ‘Tut ki gecedir’ diye başlıyordu şiirine Attila İlhan ve devam ediyordu: ‘ihbarlar birer sansar / bir telefondan bir telefona atlar’
    Kutlamaları ertelemek, mevlitleri başka bir tarihe bırakmak, çok yakınımız değilse  taziye için telefonla yetinmek bu kadar mı zor? Uyarıları dinlememek, kendisinin ve sevdiklerinin sağlığını tehlikeye atmak da ne oluyor?
    Zorunluluktan otobüse, metroya binenlere, tedbirlerini alsalar da kalabalık ortam  riskine katlananlara diyeceğimiz olamaz. Ancak her gün şahit olduğumuz sorumsuzluk manzaralarına ne demeli?

    Bu eşiğe kadar gelmiş olsak da buradan geriye dönmek için geç değil.
    Hiçbir şeyi toplanmak için sebep saymayabiliriz. İhbar mekanizmasına gerek kalmayabilir. Devlet mücadelede ortaya çıkacak açığı başka yöntemlerle kapatabilir.  “Aramıza bir de ‘komşum ihbarcı galiba’ soğukluğu girmeyebilir.
    Ne ihbar eden olsak, ne de ihbar edilen! Güzel olmaz mı?




     




     



     

    YORUMLAR

    • 0 Yorum