İsmail SERT

    İsmail SERT


    HALİL İNALCIK'I SAVUNMAK

    01 Mart 2021 - 12:10

    Prof. Dr. Halil İnalcık’ı savunmak bana düşmez. Bu ülkede Halil İnalcık’ı savunmak kimseye düşmemeli. Çünkü Halil İnalcık’a kim, hangi gerekçeyle, nasıl saldırır ki!...

    Ancak oluyormuş.
    Bir unvan elde edince, o unvanı taşıyanlarla eşitlendiğini düşünmek, haddini bilmemek, kurnazlığı dünyanın esası zannetmek, köpürttüğü sözü varlık olarak görmek!... Oluyormuş.

    Bazı kişiler üzerine yazmak zordur.
    Doğrudan yazmanın kendisi zordur. Boyunuzca kitapla karşılaşınca övmek isteseniz bile zorlanırsınız. Yazmaya niyetlenseniz eliniz, diliniz dolaşır da yılgınlığa düşersiniz. “O yerinde dursun” dersiniz, “ben de yerimde durayım.” Bu bile mahcup edebilir insanı. Sanki yerinden kaldırılabilirmişsin gibi.
    O kitapları yazmak bir ömür almıştır, kapaklarını kaldırıp içindekilere bakmak bile emek ister. Hangi birini sayalım. Dünyaya sunulmuş evrensel standartlarda bir eser olan Fatih Sultan Mehmet portresi bile hatırlı tarihçiler katına çıkmak için yeter.

    Halil İnalcık öyle biridir.
    Bir ömür çalışmış, dünya kütüphanelerine iz bırakmış,   arşivleri mekan tutmuş, araştırmış, okumuş ve yazmıştır. Yazılı kaynaklar bir yana, dağ tepe dolaşmış, tarih adına bir çeşmenin, bir köprünün, bir yıkık hisarın peşine düşmüştür. İnalcık, talebesi olmak isteyen için bir okuldur. İster ‘yeni başlayanlar’ sınıfına kaydolun, isterseniz doktora yapın.
    Akademik cemaatin bir üyesi, 2016’da dar-ı beka’ya uğurladığımız ‘tarihçilerin kutbu’ Halil İnalcık’ı hedef aldı. Sizi yazdığı tivitin bozuk imlasıyla baş başa bırakmayayım. Özeti şu: Rockefeller bursu alıp ABD’ye gittiği için, tarihimiz İnalcık’a emanet edilemezmiş.
    Tanıyorsunuzdur. Periyodik olarak sahneye atlıyor. Her defasında aynı dil, aynı tarz, aynı üslup. Dediklerinin değil de tarzının dikkat çekmesi sebebiyle, yeniden yeniden kendisini hatırlatmak zorunda kalıyor.

    Kendisini ideolojik bir temel atmadan söz inşa edemiyor olmasıyla tanıyoruz. Dünyaya ve tarihe, düşmanlarımız ve dostlarımız dikotomisinden bakışıyla tanıyoruz.
    Dostları saydıklarına abartılı övgülerini, düşman bellediklerine veryansın edişlerini bilgilendirme zannediyor.
    Derdi tasası, ilginç bir söz söylemek, şaşırtmak, bir çıkış yapmak… Belli ki; popülerlik karnını doyuruyor da söylediklerinin ne kadar anlamsız ve yersiz olduğunu göremiyor.
    Kabında rahat değil. İkide bir köpürüp taşıyor. Her defasında ağızlarda ekşi bir tad bırakıyor. En hafif tabiriyle ekşi, gerçeğini diyecek olursak; ekşiden çok acı bir tad.
    Yakın zamandaki öğrenci evlerine yönelik nahoş yakıştırmasını hatırlarsınız.

    Bu defa aradakileri atlayıp, hangi nefesle oraya ulaşmışsa, hangi cüretle göze almışsa, tutmuş İnalcık’a sallamış. Onunla kendini tartmak istemiş, had bildirmeye kalkışmış.
    Hangi konuya el atsa, önden gürül gürül giden biri olarak İnalcık’ı görüyor olmaktan bunalmış olabilir.
    Bu tivitle bir tivitlik süre içinde kendisi ile Halil hoca arasında denklik kurmayı vehmetmiş olabilir.
    Tiviti sonrasında gelen eleştirilere cevap yetiştirmeyi de sürdürmüş. “Ne yani eleştirilemez mi?, O tanrı mı?” diye soruyor. Orada dur istersen. Eleştirilebilir elbette, ancak o bahtiyar sen olamazsın!

    Yazının burasına geldiğimde, “İnalcık yaşıyor olsaydı, umurunda olur muydu?” diye sordum kendime. Yoksa vakit kaybı olarak mı görürdü?  

    Düşünsenize, hayatı boyunca tüm dünyaya, kendisini muhatap aldırmayı başararak, Osmanlı hakkındaki önyargıları kaldırmak, yerine doğruları koymak için uğraşmış Halil hoca bu sataşmayı ciddiye almış, cevap veriyor. Manzara ne kadar gülünç olurdu! (muydu?)
    Keşke o tartıya hiç çıkmasaydı. Artık kendisi inmek zorunda. Kimsenin ona yardım etmesi mümkün görünmüyor.

    YORUMLAR

    • 0 Yorum