İsmail SERT

    İsmail SERT


    SEN SUSMAZ MISIN?

    27 Ekim 2020 - 10:19

     
    Güzel bir geleneğimiz var. İyi ki böyle güzel bir geleneğimiz var: Bizde ölen kişi hayırla yad edilir. O artık bu dünyaya konup göçmüş, bizden ötelere gitmiştir.
    Hayırla yad etme yükümlülüğü içinde bir alternatif de gizlidir aslında. Yani “ya hayırla yad etmek istemiyorsam!, içimden gelmiyorsa!, kendimi orada görmüyorsam!, o cümleyi kuramıyorsam!” dediğinizde de yapacağınız bellidir: Susarsınız! Susmaya kimsenin itirazı olmaz. Çok basittir, nettir ve temizdir.
    Ancak öyle olmuyor. Biri var ki; o susmuyor. Bekir Çoşkun’un ardından da susmadı.
    Evet sen ‘kaba softa, ham yobaz’, sen hiç susmaz mısın? Sessizce kenara çekildiğin hiç görülmeyecek mi? Sen haddini aşmaktan hiç mi korkmuyorsun? Ölüm karşısında, o herkesi bekleyen hükm-ü ilahi karşısında hiç titremiyor musun? Aklından geçeni, yorum diye bellediğini ‘nass’ gibi ortaya koyma rahatlığını hiç terk etmeyecek misin?
    Sen nasıl oluyor da kendinden bu kadar emin olabiliyorsun? Sen ‘havf ile reca’ arasında yaşama prensibini hiç duymadın mı? ‘Korku ile ümit’ arasında yaşamak olarak tanımlamak isterim. Birinde sabit kalmadan, diğerinin varlığını unutmadan, kendini, dediğini, yaptığını, aklından geçirdiğini sürekli kontrol ederek, ‘ince bir çizgide yaşamak’ olarak anlatmak isterim. Ancak senin gibi cesur değilim, eksik anlatmaktan korkarım. Öğrenmek isteyenler için okunmak üzere bekleyen güzel metinler, yakından bakılacak hayat örnekleri vardır. Tabii bilmek isteyene…! Yoksa sen havf ile reca’yı iki metro istasyonu mu zannediyorsun?
    Kişisel olarak hakkını helal edip etmemek senin bileceğin iş. Sanki cenaze namazına katılmışsın da, “merhumu nasıl bilirdiniz?” sorusuna muhatap olmuşsun gibi, en öne atılıp, en terbiyesiz cevabı vermen gerekmiyor. Üstelik onu da bağırarak yapmana hiç gerek yok. İçinden geçirmen dahi yetecek, kayıtlara geçecektir. Miskal zerre hayrın, miskal zerre şerrin kaybedilmediği o mizanda karşına çıkacaktır.
    Biraz kendinle uğraşsan olmaz mı? Gördüklerinde, duyduklarında, yaşadıklarında aklının ermediği, susmanı sağlayacak bir hikmet olamaz mı? Onu biraz araştırsan…! Her şeyi bu kadar mı net görüyor ve anlıyorsun!
    Sen Allah’ın zaptiyesi misin? Elindeki sopayı canını teslim etmiş bir beden üzerinde de indirip kaldırmaktan çekinmeyecek kadar gözü kara bir zaptiye.!
    Hayır, eline her nasılsa ele geçirdiğin konuşma hakkını senden almak, onu sana kullandırmayıp, kendim kullanmak istemiyorum. Sadece senin bu konuşmaya hakkın olmadığını söylemeye çalışıyorum.
    Ahlaki bir zemininin olmadığının farkına varmalısın. Ahlaki zeminin yoksa, söyleyecek sözünün kalmayacağını da anlamalısın.
    Kavganın çerçevesini de, kuralını da, ilkelerini de kendi ilkel asabiyetin belirliyorsa, o sadece senin kavgandır. Bunu bilmelisin.
    Sen belki de merhum yazarın bir yazısını baştan sona hiç okumadın. Okuyup düşünceye dalmadın! Belli ki öyle bir sayfa açmamışsın hayatında.
    30 Eylül 2020 tarihli köşe yazısında “Yazı bilmem / Yazarım yazı bilmem / Bu yaz böyle geçti / Gelecek yazı bilmem…” diyordu. İnceden bir veda ve belki de teslimiyet vardı satırlarında. Bilemeyiz. Allah’a havale ederiz. Yoksa sen “ben bilirim olmadığını mı” diyorsun!
    Sen kirli adam, sen kirleten adam!
    Bu kadar nefreti nasıl biriktirebildiğine bir bak.
    Azıcık adap öğrenmeye çalış. Biraz kendinle uğraş. Asıl büyük cihadın nefisle mücadele olduğunu hatırla. Vakar sahibi olmayı dene.
    Bunların hiç birini yapmayacaksan, en basit olanı seç: Sus!
     
    Edebin, hicabın bu kadar mı? Bu kadar pespayelik yapmayı nasıl başarıyorsun?
    Bu halinle, bu dilinle ne çok şeyi berbat ettiğini bi gör.
    Allah’tan kork ve sus. Ya da Allah aşkına bi sus.
     
     

    YORUMLAR

    • 1 Yorum
    • Fırat Tuna
      3 yıl önce
      Umarım bu yazı toplum vicdanındaki yerini bulmuştur. Biz böyle değildik İsmail bey teşekkürler...