İsmail SERT

    İsmail SERT


    MÜMTAZ HOCA

    16 Kasım 2019 - 17:31

    Siyasal Bilgiler Fakültesi 1. sınıfındayken Anayasa Hukuku hocamdı. Yönetime kızardık hocanın derslerini hep sabah ilk saate koyduğu için. Ancak kaçırmazdık da. Prof. Dr. Aziz Köklü anfisi dolardı.

    Kürsünün arkasındaki sandalyenin ucuna eğreti oturur, hiç hareket etmeksizin, başlardı anlatmaya. Sesinde küçük alçalmalar ve yükselmeler olurdu. O kadar.

    Anayasa, hukuk ve siyaset bağlantılarını, aradaki güç ilişkilerini, insan haklarının ve emeğin yerini doğru oturtarak bir dünya kurardı. Nasıl bir iç dinamiği vardı ki anlattıklarının; dikkatimiz hiç dağılmazdı. 

    ‘Bize bol geldiği’ söylenen 61 anayasasını hazırlayanlardan. 71’de tutuklananlardan. Hakkındaki suçlama, bugünden bakıldığında ne kadar uçuk:

    ‘Yazdığı ‘Anayasa’ya Giriş’ ders kitabında, komünizm propagandası yapmak.’ Hapisteyken manevi işkence gördüğüne dair rivayetler dolaşırdı okulda. Hocanın hep dik durduğu ve onurlu tepki verdiği anlatılırdı.

    Genç yaşta vefat eden ilk eşi, yazar Sevgi Soysal’la Mamak cezaevindeyken evlenmiş olması bile, şartlara yenik düşmediğinin, inatla hayata bağlandığının bir işareti değil mi?

    Ne ezilmiş, ne de mağduriyetten söz etmiş. Hapse girerken de başı dikmiş hocanın, hapisten çıkarken de. 

    Siyaset günlerindeki portresi de hep aynı. Partisi koalisyon ortağı iken bile, yapılan özelleştirmelere karşı çıkan, anayasa mahkemesine dava açan biri o.

    DYP-SHP koalisyonunda kısa süreli Dışişleri Bakanlığı da var. Bir ilkesini hep ön planda tutuyor:  ‘onurlu dış politika.’ Diplomasinin o ünlü ‘karşılıklılık ilkesi’ni harfiyen uygulamayı teklif ediyor. Önerisi çok basit: “bize vize uygulayan ülkelere biz de vize uygulayalım.”

    Kabinedeki herkes şaşırsa da Hoca ısrarcı. ‘Ancak böyle büyük ve onurlu olabiliriz.’ iddiasında. 4 ay yaptığı bakanlıktan istifa ederek ayrıldı. Yine rivayet odur ki; Hoca görevi bırakınca, batılı büyükelçiliklerin bazılarında kutlama yapılmış.

    İstiklal savaşı gazisi bir babanın oğlu. Denizciliği babadan kalma. Fırtınalı denizleri seven bir denizci: “Denizci dediğin fırtınayı sevmeli” diyor. 8 metrelik teknesi ‘Hanım’ ile de 30 yıl uğraşmış.

    Galatasaray Lisesinden mezun olup da Beşiktaş’a gönül verecek kadar cesur ve özgün. 

    Sonraları bir başka inatçı devlet adamı, Rauf Denktaş’la yolları kesişti. Uzun yıllar ona danışmanlık yaptı.

    İflah olmaz bir devletçiydi. Kamu İşletmeciliğini Geliştirme Merkezi Vakfı (KİGEM) başkanlığını yürüttü.

    Ermeni tezlerine karşı durmada da öncüydü. 1985’te Orly saldırısı davasındaki tanıklığı ve Fransız avukatların sorularına verdiği cevaplar, alanında bir efsanedir.  

    Mümtaz Hoca aynı zamanda Türkçe üzerine titizlenen bir köşe yazarıydı. Necip Fazıl’ın ölümünün ardından, 27 Mayıs 1983’te, Milliyet gazetesindeki köşe yazısının başlığı ‘Dil Şehitleri’ idi.

    “Dil, tek birleştiricimizdir.” cümlesi ile başlıyordu yazı ve şöyle devam ediyordu:

    “Necip Fazıl’ın kavgalarına kızabilirsiniz, tutkuları konusunda farklı değer yargılarınız olabilir. Ama, hiçbir şeyini sevmemiş olsanız bile, Türkçeyi sevdiğiniz için onun şiirini de sevmişsinizdir.

    Hem de için için, gizli gizli, dışa vurmadan değil.

    Tam tersine dudaklarınızı kıpırdatarak, hatta elinizde olmadan sesinizi yükselterek, ağzınızdan mısralar döküle döküle…”

    Evet aynı cümlelerle uğurlanmayı ne kadar da hak ediyor Mümtaz Hoca. O’nun düşündüğü gibi düşünmüyor olabiliriz, onun inatçılığı ve ayrıksılığı bize ters geliyor olabilir. Ama hiçbir şeyini sevmemiş olsak bile, onurlu duruşunu ve tavizsiz mücadeleciliğini takdir etmeliyiz. Hem de kendi aramızda ve fısıltıyla değil, sesimizi yükselterek. Bu dünyaya bir iz bıraktın hocam. Allah rahmet etsin.






















     

    YORUMLAR

    • 0 Yorum