• Reklam
İsmail SERT

İsmail SERT


FETVA YOKUŞU'NDAN SÜLEYMANİYE'YE

07 Şubat 2022 - 11:57

“Bir sabah kalktınız, Süleymaniye Camii yerinde yok. O an ne hissederseniz, onu hissettim”.
Üstad Sezai Karakoç’un vefatı üzerine yazılanlar arasında okumuştum bu cümleyi.
Şu anda kime ait olduğunu çıkartamasam da, ifadenin kendisinden ve işaret ettiklerinden ürperdiğimi hatırlıyorum.
Bugünlerde Süleymaniye Camii’nin silüeti ile ilgili bir tartışma yaşanıyor.
Konu şu; Fetva Yokuşu’ndaki Fetva Han’ın sahipleri binayı İlim Yayma Vakfına bağışlamışlar. Binayı kontrol eden uzmanlar, depreme dayanıklı olmadığını rapor etmişler. Bunun üzerine vakıf yönetimi eski yapıyı yıkıp yeni bir yurt binası yaptırmaya karar vermiş.
Tartışma, işte bu yeni binanın Süleymaniye’nin siluetini bozup bozmadığına dair.
Önceki siluet tartışmasını hatırlıyor olmalısınız. Kazlıçeşme’de inşa edilen yüksek katlı üç binanın, bir hayli uzakta olsalar da, belli açılardan bakıldığında, tarihi yarımadanın bir parçası oldukları, yani silueti bozdukları fark edilmişti. Kamuoyunda itirazlar yükselince dava açıldı. Mahkeme her davada olduğu gibi; dosyaları, yazıları, işlemleri kontrol etti. İmzalar atılmış, izinler alınmış, binalar ruhsata uygun yapılmışlardı. Yıkılmalarına, daha doğrusu tıraşlanmalarına gerek olmadığına karar verdi.
Şimdi o binalar -tabii ki dert edinenler için- izinli izinli, onaylı onaylı İstanbul’un siluetini bozmaya devam ediyorlar.
Şimdiki tartışmanın konusu olan yurt binasının farklı açılardan çekilmiş çok sayıda fotoğrafına baktım. Birinde tam bir cinayet var gibi, diğerinde sanki bıçak sıyırıp geçmiş gibi, bir başkasında sorun yok gibi. Kesin olan bir şey varsa, o da sınavdan geçiyor  olduğumuz.
İlim Yayma Vakfı projesini savunuyor. Ancak açıklamalarındaki “bölgenin tarihi siluetine uygun” ifadesi çok muğlak. Keşke bölgenin, Süleymaniye camiinden bağımsız, korunmaya değer bir silueti olsaydı! Keşke o siluet kaybolmayıp bugüne kadar gelseydi! 
“Yeni binamız Süleymaniye Camii’nin etrafının açılmasına ve camiinin daha iyi görünür olmasına katkı sağlayacaktır” ifadesi de aynı muğlaklıkta. Eski bina ne kadar kapattıysa yeni bina da o kadar kapatmaz mı? Yüksekliğe takılmayıp, binanın kapladığı alanı mı konuşalım?
Açıklamada ‘projenin Anıtlar Kurulu tarafından onaylandığı’ da belirtilmiş. Peki şu soruyu sormama izin var mı? Bir ‘Sinan Kubbesi’, kaç ‘Anıtlar Kurulu Onayı’ eder?
Bir Sinan daha çıkartamadığımıza, çağa meydan okuyan yeni bir form üretmek bir yana Süleymaniye Külliyesinin kayıp bölümleri için elimizden bir şey gelmediğine göre!
Mehmet Akif merhum “Hadi gel yıkalım şu Süleymaniye’yi desen” diyor, kazma kürekten ve iki ırgattan söz ediyordu. Biri sen, biri ben, iki ırgat biz miyiz? Elimizde kazma kürek taşıdığımız için mi, aklımız sadece kazma ve kürekle yapılacak işleri kavrıyor?
Tartışmayı başka bir yere sürüklemenin gereği yok. Derdimize çare de olmaz.
Kestirmeden söyleyeyim; kaçınılması gereken, Sinan’ın 465 yıllık mührü orada duruyorken, 50 yıllık ve kimliksiz bir binayı referans almaktır. Şimdi yapılmakta olanı, hasbelkader oraya kondurulmuş olana nispetle savunmaktır.
“Öncekinden daha yüksek yapmadık” demenin, karşılaştırmalı üstünlükler teorisinde elbette yeri vardır.
Ancak tarihi mirası yaraladıktan sonra, bu teoriden çıkartılacak eğreti bir savunmanın ne hükmü kalır?
Bırakalım yaralamayı, yaralama ihtimaline aldırmamak bile yeterince vahim değil mi?
Yapılması gereken, “o açıdan siluet bozulmuyor’, ‘bu açıdan bakınca görüntüye girmiyor” çekişmesine hiç yol açmamaktır. Koca mimarın eşsiz eseri karşısında saygıyla eğilmek, önceki binadan daha düşük irtifada durmayı erkân bilmek, ölçüyü oraya koymaktır.
Belediyeden izin çıkartarak, anıtlar kurulundan onay alarak Fetva Yokuşu(!) çıkılabilir mi?
Üstelik fetvada da aslolan, ‘sor, ancak yine de sonunda kalbine danış’ şeklinde değil midir?

YORUMLAR

  • 0 Yorum