İsmail SERT

    İsmail SERT


    BABACAN SENDROMU

    15 Mayıs 2021 - 12:44

    Siyasette çok şey görenleri, “artık hiçbir şeye şaşırmam” diyenleri bile şaşırtan bir olay yaşandı.
    DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, ‘ideal damat adayı’ yüzüyle yaydığı algıyı tersyüz edecek bir itirafta bulundu.
    Meğer 2018 yılında, Cumhurbaşkanlığı seçimlerine giderken saklambaç oynuyor, eski Bakan, eski Başbakan Yardımcısı ve AK Parti milletvekili sıfatlarıyla ‘Erdoğan’ı tasfiye ekibi’nin göbeğinde yer alıyormuş.

    ‘Acemilik’ desen olmuyor, ‘dil sürçmesi’ desen dolmuyor. Üstelik, ihanet sürecinin ortaya çıkandan daha uzun olduğunu öğrendik.
    Bakanlık koltuğu gidince, partisinden -kendi ifadesiyle- ‘kafaca kopmuş’, ancak “ne olur olmaz” diyerek içerde kalmayı tercih etmiş.
    Referandum çalışmalarında da elinin erdiği, dilinin döndüğünce muhaliflik yapmış.
    Katıldığı toplantılarda, kendi bakanlık dönemini ‘beyaz’, sonrasını ‘siyah’ olarak resmetmeyi, evet’le hayır’ı ‘ortaya karışık’ bırakmayı alışkanlık haline getirmiş.   

    Uzmanına havale edilmesi gereken bu psikolojiyi, bir sendromla izah etmeyi deneyeyim.
    Sendromun duygusunu şöyle özetleyebilirim: “Herkes, benim Recep Tayyip Erdoğan sayesinde bir yerlere geldiğimi düşünüyor, oysa asıl Erdoğan bugünkü yerini bana borçlu.”

    Belli ki; Babacan uzun zaman bu sendromun pençesinde yaşamış.
    Buna o kadar çok inanmış ki; televizyon programında, anlattığının “ahlaken bir düşüklükle övünmek” anlamına geldiğini fark edemedi.
    İhanetini açıklarken dili tutukluk yapmadı.
    Konuşma temposu hiç yavaşlamadı. Aksine, nankörlüğünün üzerine kat çıkmaktan mutluluk duyan bir görüntüsü vardı. “İçindeydim” demekle yetinmedi, “göbeğindeydim” diyerek, taşınmayı planladığı mahallede de vazgeçilmez bir siyasi aktör olarak kabul gördüğünü  gözümüze sokmaya çabaladı.

    Anlaşılan o ki; sendrom kimyasını bozmuş, yaptığı ihaneti meşru görmesini, hatta ‘vatan millet için gerekli’ olduğuna inanmasını sağlayabilmişti.

    Söylediklerini analize devam edelim.
    Diyor ki Babacan:
    “O toplantıda söz veren liderler sözlerinde dursalardı, Abdullah Gül ortak aday olacak ve seçimi kesin kazanacaktı. Sonrasında ben ‘göbekte’ olmanın payına düşen koltuğa oturacaktım ve Türkiye nasıl yönetilirmiş hepinize gösterecektim. Böylece, son yılların parlak başarısında asıl payın kime ait olduğunu da herkes öğrenecekti.”
    Bu proje başarılı olamamasına rağmen, Babacan herkesi kandırdığından emin, AK Parti milletvekilliğini sürdürmüş. Canı sıkılsa da, ‘ekonomide yıkıcı başarısızlıklar olursa, yakınlarda bulunayım, ‘çare’ olarak görüneyim” diye oyalanmış.

    İktidar, tuzaklara yakalanmadan geçip kur saldırılarını atlatınca, meydan yerine çıkmaya karar verdi. ‘Görünmezliği’ kaldırdı, en göbekteki ve en tepedeki yerini aldı. Artık onun da bir partisi var.
    Yakalandığı sendrom, aynı zamanda partisinin meydan okuma bildirisinin de metin yazarıydı:
    “Hiç biriniz gerçek resmi göremediniz. Kim ast, kim üst anlayamadınız. Tersine diktiğiniz piramidi yerli yerine oturtmaya hazırlanın. Artık ben varım!”

    Partiyi kurmuştu ancak, yürüyüşünü bugünden başlatmak zayıflık hissi veriyordu. Hikayesini daha geriye götürmesi, daha derine kök saldığını göstermesi gerekiyordu.
    Kurt bir siyasetçi olduğunun anlatmanın vakti gelmişti. Bütün bu heveslerin buluştuğu kavşak, şecaat arz etmek konusunda kendisini kışkırttı.
    Gazeteci İsmail Saymaz da kurcalayınca, 2018’deki o grotesk sahneyi anlatıverdi.
    Her şey çok kısa sürede olup bitmiş, siyasete giriş fotoğrafının tam orta yerini lekelemişti. Alışılagelmişin tersinden inşa etmeye çalıştığı karizması, bir sözüyle çizilmişti.

    Bugünlerde danışmanlarıyla birlikte, geçmişindekileri ‘anlatılacaklar’ ve ‘asla anlatılmayacaklar’ olarak ayıklamakla meşgul olduğunu tahmin edebiliyorum. Ayrıca sanırım ‘az konuşma’ ilkesini, ‘hiç konuşmama’ olarak belirlemediği için pişmanlık yaşıyordur.
    Ancak çok üzülmesine gerek yok. Çünkü çevirdiği dolap nasıl olsa saklı kalmaz, bir gün, bir vesileyle ortaya çıkardı.

    ‘Babacan Sendromu’ kavramlaştırması bana ait olsa da somutlaştırma aşamasını tek başına kotardığı için, doğal patent hakkı kendisinindir. Türk siyasi literatürüne armağan olsun.

    YORUMLAR

    • 0 Yorum