• Reklam
İsmail SERT

İsmail SERT


AH MORALES

15 Kasım 2019 - 14:55

Bolivya’da bir şeyler oluyor. Tarih boyunca Güney Amerika’da, zaten hep bir şeyler
olmuş. Yağmaya, saldırıya ve işgale uğramış. İspanyollar, Portekizliler, İngilizler,
Fransızlar ve şimdi de dünyanın kötü jandarması ABD.
Bu sebeple, bu yüzyılda Güney Amerika’da yaşananlar hep ABD üzerinden okunmaya ve
anlaşılmaya çalışılıyor. ABD’nin Güney Amerika’yı her zaman ‘arka bahçesi’ olarak
gördüğüne dair yorumlar yapılıyor. Sokak hareketlerinde, karışıklıklarda, krizlerde,
kaoslarda ABD kumpası aranıyor. Hele rejim değişiklikleri, hep ABD sponsorluğu ile izah
ediliyor. Bunların çoğu da sonuçta doğru çıkıyor.
Dünyayı sol düşünceyle anlamaya çalışanlar için Bolivya’nın yeri özel. Çünkü Bolivya
denilince ilk akla gelen isim, yeni neslin ‘posterdeki yakışıklı devrimci’ olarak tanıdığı
Che. Che, Küba devriminin liderlerinden biri. Ancak devrim gerçekleştikten sonra
yoldaşı Castro ile yolları ayrılıyor. Castro Küba’da kalarak devrimi yerleşik bir düzen
haline getirme taraftarı. Che ise devrimi başka ülkelere yaymanın peşinde. Ne de olsa
60’lar, devrimciler için her şeyin mümkün görüldüğü yıllar.
Che "Hasta la victoria siempre" (Zafere kadar, daima) diyerek Küba’dan ayrılıyor. Önce
Kongo’ya gidiyor. Orada işler yolunda gitmeyince, ‘tam bağımsız, birleşik, sosyalist bir
Güney Amerika kıtası’ düşü ile Bolivya’ya geçiyor. Ancak orada da olmuyor. Yakalanıyor
ve infaz ediliyor.
Ölüm yıldönümü olan 8 Ekim, her yıl ‘Emperyalizme karşı isyan bayrağı açılmasının
yıldönümü’ olarak kutlanmakta.
İşte Che’nin adeta devrimciliğinin miras kaldığı Bolivya’da, Evo Morales 2006’da
sosyalist bir program vaadiyle iş başına geldi. İktidarının ilk yıllarında,
kamulaştırmalarla ve yürüttüğü sosyal politikalarla, yoksulların yüzünü güldürmeyi
başardı. Gelir adaletsizliğini azalttı. Ancak sonrası aynı çizgide gelmedi.
Morales 2009 yılında, bizdeki 3 dönem sınırlamasına benzer bir kural getirdi. Bir başkan
ancak 2 dönem başkanlık yapabilecekti. Ancak bunda da kararlılık gösteremedi.
Yolsuzluklarla birlikte iktidar iştahı da artmıştı. Kısıtlamayı kaldırmak, iktidarının
yolunu açmak istiyordu. Referanduma gitse de onay alamadı. Halk desteği ile iktidara
gelen Morales, ‘halka rağmen’ yürümeyi denedi. Yüksek Mahkeme’ye, yeniden aday
olabilmesinin önündeki engeli kaldırttı.
Ve 20 Ekim 2019’da seçim yapıldı. Seçim gecesinin akışı haberlere şöyle yansıdı. Oyların
% 83’ü sayıldığında Morales, en yakın rakibi Carlos Mesa’nın % 7 önündeydi. Seçimin bu
oranlarla sonuçlanması 2. tura gidilmesi anlamına geliyordu. O aşamada, oyların
dağılımı adım adım gösteren tv canlı yayını durduruldu. Sonrasında tüm oyların sayıldığı
ve Morales’in %10’un biraz üzerinde, yani 2. tura gerek kalmayacak bir farkla kazandığı
açıklandı.
Bu açıklamanın peşinden sokakların zembereği boşandı ve ‘çarşı karıştı’. Olaylar son
bulmayınca ve ordu istifaya çağırınca, Morales koltuğunu bıraktı. Sonrasında ülkesini de
terk etmek zorunda kaldı ve Meksika’ya sığındı.
Olan bitenin kısaca özetinin böyle olmasına karşılık, yorumların çoğunda Morales
kahraman, ötekiler hain.
Yaşananları, kendi ideolojik perdelerine yansıdığı biçimiyle seyredip hüküm verenlere
göre Morales mutlak haklı. ABD kesin şeytan.
Ya da bir başka kalıp: “Ordu sivil yönetime darbe yaptı. Bolivya halkının demokratik
iradesini engelledi.”
Ve bu şablonların yine şablonik alt metinleri… İşbirlikçi muhalefet, satın alınan ordu,
taşeron unsurlar ve paramiliter çeteler…

Hep o yaman çelişkiye düşüyoruz.
Ordunun yönetime müdahalesini kabul etmeyelim. Askeri darbelere karşı çıkalım.
ABD’ye kafa tutalım. Tamam.
Ancak Morales’in, iktidarının başında, devrimci düşüncelerle ve halkın desteğiyle aldığı
demokratik kararlardan, sonradan vazgeçmesine ne diyeceğiz?
Referandumda halka onaylatamadığını, yüksek yargının kararı ile elde ederek adaylığını
dayatmasını nasıl açıklayacağız?
Seçim gecesi yaşananları, iktidarını sürdürmek için her yola başvurmasını nereye
koyacağız?
Yolsuzluklara batmasını, halkla seçimden seçime ilgilenir olmasını, demokrasiyi
ezmesini nasıl izah edeceğiz?
İsmet Özel yıllar önce zihin açıcı bir soru sormuştu: Castro mu, Che mi? Tercihi
Castro’dan yanaydı. O’na göre dünya tarihi ve Küba tarihi ve de insanlık için Castro, yani
devrimi yaşatmanın yollarını bulmak, devrim yapmak kadar, hatta ondan bile değerliydi.
Devrim yapmak heyecan verici. Ancak devrimi kalıcı bir sisteme dönüştürmek, halkı
sadece sloganlarda değil, yönetimde de yüksekte tutmak, ondan daha değerli. Bolivya’da
yaşananlar, bize bunu gösteriyor.

YORUMLAR

  • 0 Yorum