İsmail SERT

    İsmail SERT


    24 YIL SONRA

    23 Ağustos 2021 - 11:47

    1997 yılıydı. “Laiklik elden gidiyor” diyen, “bu kadar demokrasi bize fazla” diyen komutanlar yine sahnedeydiler.
    İş dünyasını, yargıyı, üniversiteyi, sendikaları, medyayı yanlarına alarak askeri vesayeti güçlendirmek, siyaset kurumuna ayar vermek istiyorlardı.
    Görünen oydu.
    4 Şubat 1997 günü Sincan’da kışladan çıkan 15 tank ve 20 zırhlı araçlık askeri konvoyun sesi duyuldu. Arada çok şeyler oldu.
    Final 28 Şubat 1997’deydi. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in başkanlık yaptığı, 8 saat süren Milli Güvenlik Kurulu toplantısından, 18 maddelik ‘hükümete tavsiye kararları’ çıktı.
    13 Mart 1997’de tavsiyeler Refah-Yol Hükümetinin Başbakanı Necmeddin Erbakan tarafından imzalanarak Bakanlar Kurulu kararı haline getirilse de ülkenin normalleşmesine izin verilmedi.
    18 Haziran 1997'de Erbakan istifa etti.
    Aslında dertleri ne laiklikti, ne de demokrasi. 8 yıllık eğitime geçişle imam hatip liselerinin orta kısmının kapatılmasının ve türban yasağının kamuoyunda kıyasıya tartışılacağını iyi hesaplamışlardı.
    Liberal aydınların bu kadar absürd yasağı savunurken yanlarında olup olmayacaklarına dair bir endişeleri yok değildi. Ancak onlar da hızla paşaların tarafında hizaya dizildiler.
    Ortalık toz duman oldu, göz gözü görmedi.
    Gündemi o iki yasağa kilitlemeyi başarmışlar, ideal ortamı yakalamışlardı.
    Arka taraftan işlerini yürütmeye başladılar. Ne çok şirketi batırdılar. Ne çok bankanın içini boşalttılar.
    “Tuğgeneral, tümgeneral, korgeneral, orgeneral” diye rütbeleri sayıp bitirmediler, “emeklilikte de banka yönetim kurulu üyesi” diyerek devam ettiler. Ne çok paraya çöktüler. ‘Çalmak’ ve ‘çökmek’ kelimelerini sözlükten çıkarttırdıkları günlerin saadetini yaşadılar. Üstelik kurtarıcıydılar. Dahası kahramandılar. Kaşlarını çatarak bu iklimi sürdürdüler. İstediklerini aldıklarında laiklikmiş, demokrasiymiş hiç umurlarında olmadı. İpin ucunu bırakıverdiler.
    Yaptıklarının savunmaktan, ‘darbe’ adını koymaktan da geri durmadılar. “Sizin hiç mi hatanız olmadı?” sorusuna karşılık etraflarına bakınmakla yetindiler. Övünerek “içimiz rahat” dediler.
    ‘Postmodern darbe’den 18 yıl sonra haklarında dava açılabildi. Açıldıktan 8 yıl sonra da sonuçlandı. Yaşları 73 ile 89 arasında değişen 14 komutan cezaevine girdi. Rütbelerinin sökülmesi için gerekli yazılar yazıldı.
    Bu aşamada komutanlar ağız değiştirip “biz o zaman görevimizi yapmıştık” demeye başladılar. Onların sesi az duyulsa da medyada ‘durumdan vazife çıkartıp’ paşalarını savunanlar var.
    “Yaşları” diyorlar. “24 yıl sonra mı?” diyorlar!
    28 Şubat’ın darbe olmadığını ispatlamak için de çok çaba harcıyorlar. “Darbe değil, laiklik aşısıydı” diyorlar.
    Erbakan’ın istifa metninde kullandığı nezaketli üslubu delil gösteriyorlar. Erbakan’ın yeni hükümet kurulana kadar görevde kaldığını tatlı tatlı anlatıyorlar.
    “Asıl hedef Erbakan değil, Gülen’di” diyenler bile var. 19 Mart 1999’da Fetullah Gülen’e soruşturma açılmasını, FETÖ elebaşının aynı gün ABD’ye kaçmasını tezlerine ekliyorlar.
    Hukukun kararını ‘ödeşmek’ olarak niteleyenleri, mahkemenin paşalarla hesaplaştığını söyleyenleri de duyduk.
    “Çok faydalı olacaktı, misal pompalı tüfek satışları bu kadar artmayacaktı” diyenler bile var. Hâttâ Erbakan hayatta olsaydı en çok itiraz ondan gelirdi diyenler bile…
    Yaşı ilerlemişlere, kronik hastalıkları olanlara ne yapılacağı hukuk kitabında yazılıdır. Ancak orada “emekli generallerin hapse girmesinin topluma ne faydası olacak?” diye bir hukuk kriteri olmadığı kesin.
    Yargılama için zaman uzun olsa da yaşananlar unutulmayacak kadar yakında oldu. Hepsinin canlı şahitleriyiz.
    Üniversite kapılarındaki eziyetler, gelecekleri karartılanlar, çökülen, çökertilen şirketler, batırılan bankalar… Neler yaptıklarını biliyoruz. Onlar da bizim onların numaralarını bildiğimizi biliyorlar. Biz de onların numaralarını bildiğimizi bildiklerini biliyoruz.
    24 yıl sonra, 2021 yılının ağustosundayız. Dün (22 Ağustos) 1985’de aramızdan ayrılan Turgut Uyar’ın vefat yıldönümü idi. ‘Kayayı Delen İncir’ kitabında diyordu ki şair:  ‘oh dünya dünya / biliyor musun / ağustos çok yakışıyor sana’

    YORUMLAR

    • 0 Yorum