Tuncay DAĞLI

    Tuncay DAĞLI

    SÜZGEÇ

    YURTSUZLUK NEDİR BİLİRİM!

    25 Ekim 2021 - 16:25

    Hayatımda ilk kez evimden ayrılacak, ilk kez uzak bir şehirde tek başıma yaşayacaktım. Ve ilk kez kendi ayaklarımın üzerinde durmaya çalışıp, başka bir kentin havasını soluyup, suyunu içecektim. En önemlisi de tanımadığım bilmediğim bir yörenin insanlarıyla iç içe yaşayıp, kaynaşacaktım.
    Üniversiteyi kazanmak benim için büyük mutluluktu. O güne kadar çok çalışıp, çabalayıp, mümkün olduğunca güç toplayıp, son sürat koşarak, yüksek atlama çıtasını aşmıştım. Bundan sonrası benim için bambaşka bir dünya olacaktı.
    O zamanki adı Buca Yüksek Öğretmen Okulu olan İzmir Buca Eğitim Fakültesi’nin Coğrafya-Tarih Bölümü’nü kazanmıştım.
    Aslında mezun olduğum lisenin devamı olarak teknik öğretmen okulunda ya da makine mühendisliğinde yükseköğrenim görmem gerekti. Çünkü dört yıl boyunca sabahtan akşama kadar mesleki eğitim almış, İskenderun Teknik Lisesi Makine Bölümü diplomasını almıştım. Kapı gibi makine teknisyeni diplomam vardı. Üniversiteye bile gitmesem olurdu. İş bulmakta zorlanmazdım.
    Ancak ilkokuldan itibaren bir şartlanmışlık içinde okula gittiğimiz için benim ve tüm arkadaşlarımın kafasında üniversite sınavını kazanıp, herhangi bir fakülte ya da yüksekokula kapağı atmak vardı. Bu nedenle teknik bir okulu kazanamam, emeklerim boşa gider diye, üçüncü sınıfta fark derslerini vererek Endüstri Meslek Lisesi Torna Tesviye Bölümü diplomasını da almıştım.
    Bu bölüm aynı zamanda benim, ortaokuldan sonra sınavla girdiğim ve birinci sınıfında okuduktan sonra, belli ders notu ortalamasını tutturduğum için teknik liseye seçildiğim bölümdü.
    Bu arada kafada mutlaka bir fakülteye girmek var ya, bu nedenle işi sağlama almak için düz liselerin fen kolu diplomasına da sahip olmak istedim ve yine fark derslerini vererek, bir diploma daha aldım. Yani liseyi bitirdiğimde elimde tam üç tane diplomam vardı.
    Devletin yerinde ben olsam, böyle bir öğrenciyi, sınava falan sokmadan istediği fakülteye direkt kayıt yaptırmasını sağlardım. Ama ne kafamda ne de idealimde olan bir okulu kazanmış ve bir hafta içinde iki kez İzmir’e gidip gelerek kaydımı yaptırabilmiştim. Yurt sorununu çözmeyi ise sonraya bırakmıştım. Nasıl olsa devlet beni açıkta bırakmaz diye düşünüyordum.
    Üniversiteyi kazanma sevincimi hocalarımla paylaşmak ve mezuniyet belgesi almak içim gittiğim lisenin bahçesinde karşılaştığım atölye hocamıza, kazandığım okulun adını söyleyince yüzü asıldı, “demek ki sana verdiğimiz tüm emekler boşa gitti. Hadi yolun açık olsun” deyip, arkasını döndü, gitti. Memnun olmamıştı. Haklıydı da. Bana ve arkadaşlarıma çok emeği geçmişti. Ama suç bende değildi.
    Okulun açılma vakti geldiğinde tüm aile beni yolcu etmek için otogara geldi. Yirmi otuz kişi vardı. O güne kadar beş ağabeyim askerlik için buradan yolcu edilmişti. Ancak okumak için evden ayrılan tek bendim. Hem de askerlikten çok daha uzun bir süre için ayrılıyordum.
    Ağabeylerimden biri de benimle birlikte geliyordu. Yanıma giyeceklerimle, bir yorgan, bir battaniye, çarşaf falan da almıştım.
    İnciraltı’ndaki KYK yurdu hem okula çok uzaktı hem de kontenjan dolduğundan beni yedek listeye almışlardı. Bu nedenle özel bir yurt aramaya başladık. Yurt ararken eşyalarımı benden bir yıl önce aynı okulu kazanan lise arkadaşımın kaldığı eve emanet bıraktım.
    Fazla özel yurt yoktu. Okula birkaç yüz metre uzakta, tepelik bir yerde, eski bir binadan dönüştürülme bir yer buldum. Pek hoşuma gitmedi ama mecburdum. Bir yıllık yurt ücretini peşin verdik. Yurt sahibi ücretin tamamını almasını, “birkaç ay geçtikten sonra etrafı öğrenip, kalacak başka yer bulanlar çekip gidiyor, o zaman da odalar boş kalıyor” diye açıklamıştı.
    İki katlı binadaki odaların zemini ahşaptı. Isınma yoktu. Yalnızca akşamları alt kattaki salonda bir soba yanıyordu. Banyo ve tuvaletler binanın en arka kısmında, ortak kullanılıyordu. Banyoda en fazla on beş dakika kalma hakkımız vardı. Ders çalışma yerleri de yine arka taraflardaki küçük ve ısıtmasız odacıklardı. Bu yüzden herkes sobalı salona doluşuyor, dersimize orada çalışıyorduk.
    Isıtma olmadığından gece yatağa girince tir tir titriyordum. Hem soğuktu hem de nemliydi. Yorganı başıma çekip, nefesimle ısıtarak, uyumaya çalışıyordum.
    Yurtta çıkarılan akşam yemeği için öğrencilerden önceden para toplanıyor, kaç kişi para verdiyse onlara yetecek kadar yemek yapılıyordu. Genellikle sebze yemekleriydi. Bol bol da lahanayla yapılan kapuska çıkıyordu.
    Kötü yurt şartları ve ilk kez evden uzakta yaşamanın verdiği yalnızlık duygusuyla iki ay kadar çok iyi götürdüğüm okulumu asmaya başladım. Sık sık memlekete gidip gelirken, daha fazla dayanamayıp, ilk yarı sonunda yurttan ayrıldım. Yurt sahibi, peşin verdiğim ücreti hemen iade etmedi. “Yerine öğrenci gelirse ondan alır, sana veririm” dedi.
    İkinci dönem İnciraltı’ndaki KYK yurduna geçtim. Çok güzel bir yerdi. Akdeniz Oyunları’na katılan sporcuların barınması için yapıldığı söylenmişti.
    İki kişilik odada banyo ve tuvalet, çalışma masası, dolaplar vardı. Yurdun orta yerinde bir kafeterya, sahilde çay bahçesi, yurdun yakınlarında da çok sayıda lokanta bulunuyordu.
    Okula uzaktı, sabahları belediye otobüsüne tıka basa doluşuyorduk. Ama önemli değildi. Mutluydum, rahattım. İlk dönemin sıkıntısını biraz olsun atmıştım. Ancak bu defada okuldan kopmuştum. Çünkü geçirdiğim sıkıntılı dönemde hiç devamsızlık yapmadığım halde vizeleri vermiş, final sınavlarına girememiştim. Kalmıştım yani.
    Zaten okulu bırakıp, başka okula gitme niyetim vardı. Öğretmenlik benim için güzel bir meslekti aslında. Severek yapardım. Sınıf arkadaşlarımla da çok kısa sürede kaynaşmıştım. Ama kısmet olmadı. Birkaç farklı neden bir araya gelince kopmak zorunda kaldım.
    Kaderde gazeteci olmak varmış. Ama şans bu ya; İzmir beni, ben de İzmir’i bırakmadım. Yeniden girdiğim üniversite sınavında o zamanki adı Basın yayın Yüksek Okulu olan Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Bölümü’nü kazandım. Buca’dan ayrılıp, İzmir’in öteki ucundaki Bornova’ya geçtim.
    Ve İzmir’de edindiğim arkadaşlarım sayesinde dört yıl boyunca yurtta kalmadan, öğrenci evinde barındım. Ama İzmir’de geçirdiğim dört aylık yurt çilesi bende hala unutamadığım izler bıraktı.
    Bu nedenle yurtsuzluğu, barınma sorununu, yalnızlığı ve sahipsizliği iyi bilirim.
    Zengin bir işadamı olsaydım eğer, yapacağım ilk iş, ekonomik imkanı iyi olmayan üniversite öğrencilerinin barınabileceği misafirhaneler yaptırıp, onlara ücretsiz tahsis etmek olurdu.

    ***
    Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 98. yıldönümü ve 29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun. Büyük Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk, silah arkadaşları ve ülkemiz için canlarını feda eden tüm şehitlerimizin ruhları şad olsun.

    YORUMLAR

    • 0 Yorum