Eskinin çatışmalar yeninin renkler ülkesi

    11 Mart ile 23 Mart tarihleri arasında, benzersiz  maceralarla  Güney Amerika’nın haylaz çocuğu  Kolombiya’yı keşfetme fırsatı buldum.

    Eskinin çatışmalar yeninin renkler ülkesi
    20 Nisan 2024 - 09:17 - Güncelleme: 20 Nisan 2024 - 13:55
    ERCAN ÇÖLMEKÇİ
    KOLOMBİYA'YI YAZDI

    11 Mart ile 23 Mart tarihleri arasında, benzersiz  maceralarla  Güney Amerika’nın haylaz çocuğu  Kolombiya’yı keşfetme fırsatı buldum. Bu seyahat notlarımı paylaşmadan önce, bu ilginç ülke hakkında biraz genel bilgi vermek istiyorum. Kolombiya, Güney Amerika'nın kuzeybatısında yer alıyor; kuzeyinde Karayip Denizi, doğusunda ise Venezuela ve Brezilya ile sınır komşusu. Güney Amerika'nın en büyük dördüncü, dünyanın ise 26'ncı büyük ülkesi olan bu coğrafya, Latin Amerika’nın kendine özgü bir ülkesi. Kahve, çiçek, petrol, zümrüt ve kömür, ülkenin ekonomisini domine eden başlıca sektörler arasında yer alıyor. 46 milyonluk nüfusuyla, İspanyolca konuşulan ülkeler arasında Meksika'dan sonra ikinci sırayı alıyor. Resmi dili İspanyolca olsa da, ülkede 68 farklı dil devlet tarafından tanınmakta, bu da Kolombiya'nın zengin kültürel çeşitliliğini gözler önüne seriyor.Kolombiya bulunduğu konum ve bunu yaratığı coğrafi şartlardan dolayı 12 ay boyunca kahve hasadı yapılabilen dünyadaki tek ülke. Bu da dünyanın en iyi kahvelerinin Kolombiya’dan çıkmasını sağlıyormuş . Her ne kadar ben çok fark etmesemde:)



    Kolombiya'da geçirdiğim süre boyunca, ülkenin alım gücü açısından  açısından Türkiye ve Romanya ile kıyaslandığında oldukça uygun olduğunu gözlemledim. Standart bir otelde konaklamanın maliyeti günde ortalama 20 ile 30 euro arasında değişirken, günlük pratik atıştırmalıklar için 1-2 euro harcamak yeterli oluyor. İki kişilik bir sofra için ise ortalama 30 euro gibi bir bütçe ayırmak gerekiyor. 



    Kolombiya ‘mın şehirlerinde ,sokaklarında dolaşırken, gözlerimi renk cümbüşü meyve tezgahlarından alamadım. Zaten bunun imkanı da yoktu çünkü hem her  köşe başında varlardı hem de megafonla sesli tanıtım yapıyorlardı.Adeta bizdeki o eskiden sokaklarda patates ,soğan  satan satıcılarımız gibi hareket ediyorlardı! İlk olarak pitahayayı denedim; dışı olağanüstü renklerle kaplıydı ve ilk ısırığımda tatlı ve ferahlatıcı bir lezzetle karşılaştım.
    Sonra Lulo'yu keşfettim. Küçük turuncu meyve, içecekler bölümüne doğru beni yöneltti. Bir yudum aldığımda hafif bir ekşilik hissettim, ama sıcak havada tam da aradığımdı.
    Özellikle kaldığım otellerin kahvaltılarında birçok çeşit  diğer meyveleri de zamanla deneme fırsatı buldum . Devam;Pera, dış görünümüyle beni şaşırttı. Armudun biraz farklı bir versiyonu gibiydi, tatlı ve sulu dokusu vardı.



    Granadilla, bir sonraki duraktı. Kabuğunu kırdığımda içindeki jelimsi kısım beni şaşırttı,bunun da hafif ekşi ve tatlı bir lezzeti vardı.



    Guanabana,bu meyve  devasa boyutuyla dikkatimi çekti. Dilimlendiğinde, beyaz ve kremsi içi vardı.Bunu buzla ,bir bardakta servis ettiler ,hoşuma gitti diyebilirim.

     Star fruit  yani yıldız meyve ,bunu lüks marketlerin tezgahlarında  çok görürüz.Yıldız şeklinde dilimleri ilginçti. Hafif tatlı ve ekşi bir tadı var. Daha buna benzer tatmadığım niceleri.

    Kolombiya sokaklarında bu muhteşem meyveleri tatmak, sadece damak tadımı değil, aynı zamanda Kolombiya'nın zenginliklerine bir pencere açtı ve bu lezzet yolculuğu benim için yolculuğuma ayrı bir mutluluk kattı.



    Şehir içinde ulaşım da oldukça ekonomik; 5 km'lik bir mesafe için Uber veya taksiyle 3-4 euro ödüyorsunuz. Ulaşım kolaylığı ve ekonomik fiyatlar, Kolombiya'daki seyahat deneyimimi oldukça rahat ve keyifli hale getirdi.

    Kolombiya'nın siyasi tarihine kısa bir bakış attığımızda ; ülkenin yakın geçmişte önemli dönüşümler yaşadığını görmek mümkün. 2017 yılında, FARC ( Kolombiya Silahlı Devrimci Güçleri)  devletle 52 yıllık bir çatışmanın ardından  ,silahlı varlığına son vererek "Halk için Alternatif Devrimci Güç" ismiyle siyasi alana adım attı. Yani legal bir siyasi parti haline dönüşmüş.Yıllarca süren iç savaş böylece sona ermiş.Bu yeni başlangıç, ülkenin sosyal ve ekonomik eşitsizliklerle dolu geçmişiyle yüzleşmesine ve daha adaletli bir toplumsal düzene doğru ilerlemesine olanak tanımış.



    Seyahatim sırasında Bogota'daki Senato binasının yakınlarında dolaşırken, bir protestonun içinde buldum kendimi. Bu deneyim, bana Kolombiya'nın sosyal ve politik dinamiklerini daha yakından gözlemleme fırsatı verdi. Ülkenin zengin tarihini ve kültürel mirasını keşfederken, altın müzesinden renkli sokaklara, hareketli ritimlerden tarihin tozlu sayfalarına uzanan bir yolculuk yaşadım.  Ünlü narco terörist Escobar’ın yaşadığı yerlere ,tehlikeli favelalara, Carlos Lehder'in eski evine yaptığım ziyaretler ise, Kolombiya'nın karmaşık geçmişine dair düşündürücü bir perspektif sundu.

    Yaptığım seyahat, bana Kolombiya'nın sadece coğrafi bir konumdan ibaret olmadığını; aynı zamanda , çeşitli kültürler ve derin hikayelerin bir araya geldiği canlı bir toplum olduğunu gösterdi. Kolombiya'nın her köşesi, keşfedilmeyi bekleyen yeni hikayelerle dolu. Bu ön giriş, maceramın sadece başlangıcı; Kolombiya'nın derinliklerinde keşfedilecek daha pek çok sır ve güzellik olduğunu biliyorum.



    Bogota

    Gezimize, Kolombiya'nın renkli ve canlı başkenti Bogota'ya varışımızla başladık. Üç gün süren Bogota ziyaretim bana unutamayacağım anılar kazandırdı.14 saat  bir uçuşun ardından, otele transferimizi sağlayacak minibüse binerken, aslında beklentilerimin o kadar da yüksek olmadığını düşünürken buldum kendimi.Havaalanından şehre doğru olan yolculuğumuzda karşılaştığım manzara, geçtiğimiz yıl gerçekleştirdiğim ilk Latin Amerika seyahatim olan ve Peru'nun Lima şehrini ziyaret ettiğim deneyimimle kıyaslanamayacak kadar farklıydı. Havaalanını terk ettiğimiz andan itibaren, bizi son derece modern ve yüksek yapılar, lüks otel zincirleri ve uluslararası şirket merkezlerinin sarıp sarmaladığı, ağaçlarla dolu yeşil caddeler karşıladı. Bu yolculuk boyunca, sıklıkla gördüğümüz üst geçitlerin kalitesi ve modernliği, Bogota'nın sadece bir Latin Amerika başkenti olmanın çok ötesinde, modern ve kozmopolit bir yapıya sahip olduğunu gösterdi. Otelimizin bulunduğu 6. Bölge, kendimizi tamamen üst düzey bir şehirde hissetmemizi sağlayan bir atmosfere sahipti; sanki herhangi bir Kuzey Amerika şehrindeymişiz hissini verdi..Şehir genelde yemyeşildi, her yer resimli, grafiti, müzik, keyif, güler yüzlü insanlar l İnsanlar buralarda mutlu. Ya da öyle hissettiriyorlar. Gülüşlerini, rahatlıklarını kıskanıyor insan…



    Otelde bagajlarımızı bıraktıktan sonra, vakit kaybetmeden Bogota'nın manevi simgesi olan Monserrate Dağı'na doğru yola çıktık. Bogota'nın 2800 metrelik rakımından, 3170 metre yükseklikteki Monserrate Tepesi'ne teleferikle çıkışımız sırasında, hem çıkarken hem de inişte karşılaştığımız muhteşem manzaralar, doyumsuzdu. Tepede, bir zamanlar El Señor Caído' ya adanmış türbeli eski bir kilise, çeşitli kültürel yapılar, etnik renk ve desenlerle bezeli el işi ürünlerin satıldığı küçük tezgahlar ve endemik bitkilerin sergilendiği küçük bahçeler bizleri karşıladı. Bu noktada, başkent Bogota'nın siluetini izleyip, güzel resimler çekmekle kalmadık ,aynı zamanda bol bol da oksijen aldık.



    Gezimizin ikinci durağı şehir merkezindeki Museo del Oro (Altın Müzesi) oldu. Bu meşhur müze, Kolombiya'nın İspanyol sömürgesi olmadan önceki dönemlerine ait zenginlikleri gözler önüne seriyor. Maden zenginliğinin yanı sıra, şaman geleneklerinden kaynaklanan ve müzede sergilenen kültürel zenginlik de oldukça etkileyiciydi.

    Müze ziyaretimizin ardından, yaya trafiğinin yoğun olduğu Carrera 7 Caddesi'ne indik ve kendimizi şehrin akışına bıraktık. Caddeye adım atmamızla birlikte, sağımızda solumuzda yer alan, özellikle tropikal meyve satıcılarının çeşitliliği ve sunum tarzları dikkatimizi çekti. Arkadaşlarımızdan biri bir tezgaha yönelirken, diğeri başka birine ve ben de bir diğerine koşarak, hemen tatmak için alışverişe başladık. Herkes, elindeki meyvenin lezzeti hakkında heyecanlı yorumlar yaparken, yeni lezzetler keşfetmenin verdiği hazzı yaşadık.



    Carrera 7 Caddesi'nde ilerledikçe, turistlerden yerel halka, sokak satıcılarından restoran çalışanlarına, dükkan sahiplerinden sokak şovmenlerine kadar herkesin bu cadde üzerinde bir araya geldiğini gözlemledik. Cadde boyunca devam eden bu kalabalık, Plaza De Aras meydanına varana kadar sürdü. Bu meydan, Güney Amerika'nın diğer ülkelerinin bağımsızlığı için de önemli olan Simon Bolivar'a adanmıştır ve şehrin kalbini oluşturur. Plaza Bolivar, Bogota'nın ilk katedrali olan Primary Cathedral of Bogota, Adalet Sarayı, Lievano Sarayı ve National Capitol gibi önemli yapılarla çevrilidir ve Carrera 7 Caddesi ile La Candelaria bölgesinin kesiştiği noktada bulunmasıyla gün boyu canlılığını koruyor.

    La Candelaria, Bogota'nın en turistik bölgesi ve şehrinin kolonyal mimarisinin en çarpıcı örneklerine ev sahipliği yapıyor. Renkli art deco tarzındaki evler, gotik kiliseler ve birçok üniversiteyle La Candelaria, Bogota'nın en canlı ve renkli bölgelerinden biri olarak biliniyor.



    Graffiti konusuna gelince, Kolombiya ile özdeşleşmiş bir konuyla karşı karşıyayız. Bogota'daki sanatçılar, toplumsal kimliği, yerli halkların haklarını, kadın haklarını, yolsuzluğu, yoksulluğu ve ülkenin geçmişini yeniden ele alarak renkli bir sanatı temsil ediyorlar. Duvarlar adeta birer tuval gibi, anlatmak istedikleri hikayeleriyle dolu. Sanatçılar, toplumun her kesimine seslenen bir sanat sunuyorlar.

    Son yıllarda Bogota, dünyadaki en iyi sokak sanatı örneklerinin bulunduğu şehirlerden biri olarak öne çıkıyor. Duvarlarda görülen şey sadece estetik bir çizim değil, aynı zamanda renkleri konuşturan, bazen sessizce hikayeler anlatan, bazen de hak arayanların çığlığına dönüşen, sorgulayan bir sanat eseri.

    Bu tür bir çalışmayı Berlin Duvarı'nda görmüştüm, ancak orası düz duvar ve özenle hazırlanmış, planlanmış bir yerdi. Burası ise tamamen farklı; neredeyse her yerde, sokaklarda ve binalarda muhteşem resimler ve grafitiler var. Aslında, binaların dışına yazı yazılmasına veya boyanmasına karşı biriydim, ancak buradaki gördüklerim beni etkiledi. Bu sanat, şehre bir kişilik kazandırmış ve canlılık ve yaşam tarzı getirmiş.


     Son yıllarda açılan pek çok hostel ve barla birlikte artık Bogota'da gezilecek yerler listesinin başında geliyor. Bu bölgede, enfes bir iç bahçesi olan bir kafede oturup, kahvemi yudumlayarak uzun süre ortadaki fıskiyeye su içmek için gelen güvercinleri izledim. Bu huşu içinde geçen mola, beni dinlendirdi ve daha fazla şeyler keşfetmek için enerji verdi.Gezginlere hatırlatma ;kentte bazıları Güney Amerika’nın en iyi müzeleri listesinde bulunan 60’ın üzerinde müze bulunuyor.Yani gezmek için en az 3 günü ayırmanız gerekir.



    Ancak şu da  unutulmamalıdır ki Bogota, ne yazık ki tam anlamıyla güvenli bir şehir değil. Bu, sadece benim gözlemim değil; Kolombiyalılar tarafından da dile getirilen bir gerçek. Anladığım kadarıyla Bogota'da adi suç oranı oldukça yüksek. Cadde kenarındaki bakkallardaki buzdolaplarının kilitli olması, büyük mağazaların hırsızlığa karşı özel sistemler geliştirmiş olması, mağazadan çıkarken güvenlik görevlilerinin alışveriş torbalarınızı ve faturalarınızı kontrol etmesi gibi önlemler, şehrin bu konudaki hassasiyetini gösteriyor.

    Protestocu İndianlar ve Ramazan İftarı

    Bogotá'nın arka sokaklarında yalnız başıma dolaşırken, parlamento binasının birkaç yüz metre ilerisinde bir karışıklığa denk geldim. Polisler, bir protesto gösterisinden kaynaklanan etkilerden araçları ve yayaları korumak adına yolu kesmiş ve insanları başka yönlere yönlendiriyordu. Merakımı gidermek için yaklaştığım bir polis, tehlikeli olduğu uyarısında bulunarak beni o alandan uzaklaştırmaya çalıştı. Ancak, dört sokağın kesiştiği bu yerde, karşımdaki sokakta yoksul ve köylü kılıklı, ellerinde büyük sopalar ve metal çubuklar tutan erkekler tarafından kapatılmıştı. Sert sloganlar atan ve ellerindeki sopaları sallayan protestocuların arkasında, kaldırımlarda oturmuş onlarca kadın, çocuk ve bebek vardı; görünüşleri içler acısıydı.

    Kenarda duran ve yüzü maskeli, Carlos adını sonradan öğrendiğim bir gençle İngilizce iletişim kurmaya çalıştım ama başarılı olamadım. Telefonumdaki çeviri programı sayesinde İspanyolca konuşmaya başladığımızda, kendimi Türkiye'den gelen gezgin bir serbest gazeteci olarak tanıttım ve eğer anlatırlarsa belki onlara yardımcı olabileceğimi söyledim. Başta tereddüt etmelerine rağmen, benim samimi ısrarıma da dayanamayıp sorunlarını paylaşmaya başladılar. Gruptaki diğer protestocular da, gazeteci olduğumu duyunca konuşmayı ve iletişime geçmeyi kabul ettiler. Daha sonra, ağzı maskeli ve asker üniforması giymiş bir orta yaşlı erkeğin yanına, yani reislerinin yanına götürüldüm. Ona da yardım teklifimde bulundum, kabul edildi ve kameramla çekim yapmama izin verildi. Topraklarından atıldıklarını, topraklarına el konulduğunu ve yaşam alanlarının daraltıldığını anlattılar. Gidecek yerleri olmadığını ve çok fakir olduklarını dile getirdiler.



    Bu arada samimiyeti artırmak için Reis’e bir şey içer misin diye sordum, bana, akşam, protestodan sonra ona alkol ısmarlayabileceğimi söyledi, tamam dedik anlaştık. Göstericilerin sadece sokağı kapattıklarını ve kimseye zarar vermediklerini gözlemlemiştim. Daha sonra ilk tanıştığım genç olan Carlos’a ve reislerine şu anda Ramazan ayında olduğumuzu, bu ayın bizim için önemli olduğunu, yardım yapmak için fırsat olduğunu ve bu vesileyle onlar için bireyler almak istediğimi söyledim. Büyük bir mutlulukla ve sevinçle kabul ettiler. Reisleri 4 genç daha çağırdı ve hep beraber süpermarkete doğru yola çıktık. Reis ve diğerleri bana çok saygılı davrandılar, ellerinde sopa, yüzlerinde maske olduğu halde, Bogotá sokaklarında epeyce yol aldık, hep arkamdan gelmeye, beni korur gibi görünmeye dikkat ediyorlardı. İlginç durumumuz yolda herkesin dikkatini çekiyordu. Süpermarkete vardığımızda, eli sopalı beş-altı kişinin içeri girmesi, haliyle içerdekileri biraz korkuttu. İki polis ve bir güvenlik görevlisi bize doğru hareket etti ama sadece alışveriş yapacağımızı sorun olmadığını söyledik. Protestocular için gerekli olan erzak ve malzemeleri aldıktan sonra, protesto yapılan yere geri döndük. Reis, köy halkını topladı ve benim dostları olduğumu, yardım etmek için geldiğimi anlattı. Köylülere emirler yağdırarak, aldığımız yiyecek ve diğer ürünlerin dağıtım organizasyonunu ayarladı. Dağıttığımız yiyecekler ve ihtiyaç maddeleriyle, özellikle kadınlar ve bebekler çok mutlu oldu. Bu deneyim, sokakta doğal bir Ramazan iftarı yapmamızla son buldu ve bu beni son derece mutlu etti.

    Bu arada şu detayı anlatmadan geçemiyeceğim; market içindeyken, reisi alkol reyonuna götürdüm ve hangi içkiden almak istiyorsa almasını söyledim. Önce bir altılı bira paketi aldı, az düşündü, sonra paketi yerine koyarak alkol almaktan vazgeçti. "Sen boş ver alkolü, ben içmesem de olur. Önemli olan çocukların ve kadınların ihtiyaçlarını giderelim," dedi. Bu sözler karşısında duygulandım, ona sarıldım ve çevresindeki köylülere, çok dürüst ve düzgün bir reisleri olduğunu söyledim. Onlar da bu sözleri onayladılar. Bu an, sadece bir alışverişten daha fazlası oldu; birbirimizi derin bir seviyede anlamamıza ve köy halkının birlikteliğine şahit olmamıza yardımcı oldu. Reisin özverili davranışı, liderlik niteliklerinin ve insanlığın güzel yönlerinin bir göstergesi oldu. Bu deneyim, Bogotá sokaklarında yaşananların sadece bir protestodan ibaret olmadığını, insanlık ve dayanışmanın güçlü bir örneğini sergilediğini gösterdi.Bu deneyim, Ramazan ayının ruhunu yaşamanın ve yardımlaşmanın önemini bir kez daha hatırlatıyor. İnsanlık, bir araya gelerek her zaman güçlü ve dayanışmacı bir toplum olabilir.

    Tehlikeli Mahalle favela El Paraíso de Bogotá

    Bogota gezimin başka bir dikkat çekici kısmı, çoğu kişinin tercih etmediği El Paraiso gecekondu bölgesine yaptığım ziyaretti. Latin Amarika da Favela diye adlandırılan bu mahalleler, düşük gelirli ailelerin yaşadığı, kendiliğinden oluşmuş ve genellikle temel hizmetlerin eksik olduğu alanlardır. Sosyal ve ekonomik zorluklara karşın, bu topluluklar güçlü sosyal bağlar kurmayı ve özgün kültürel ifadeler oluşturmayı başardılar. Ancak Kolombiya'nın yüksek suç oranı ve bu bölgelerin geçmişte yasa dışı faaliyetlerle ilişkilendirilmiş olması, doğal olarak bende bir korku ve tedirginlik yarattı. Bu endişelerim, buraların kötü şöhretli narko-teröristlerin doğum yeri olduğunu öğrendiğimde daha da arttı. Planımı çevremdeki insanlara anlattığımda aldığım "Aman ha! Sakın gitme! Çok tehlikeli!" tepkileri, bu tedirginliği pekiştirdi.
    Bölgeyi gezebilmek için turistik turlar düzenleyen şirketlerle iletişime geçmek gerekiyormuş. Güvenlik sorunları nedeniyle sadece lisanslı turizm hizmeti veren şirketlerin turlarına katılmak gerekiyormuş ve bunun için en az bir gün önceden başvuru yapmak gerekiyormuş. Ancak bunu bilmediğim için ve yanlış bilgi aldığım için aynı gün içerisinde bilet bulamadım.
    Aslında ben bu tarz önceden hazırlanmış, gidilecek yerleri belli konuları belirli birilerinin sunduğu hazır yemeği fazla tercih etmiyorum. Mecburiyet karşısında turizm şirketlerini aradım, ama yer bulamadım. Ben de dedim ki, bırak şansımı kendim deneyeyim.

    Otelimden aldığım taksiyle 1 saat mesafedeki teleferik istasyonuna geldim. Bu yerleşim yeri dağların ve tepelerin üzerine kurulduğu için en kolay ulaşım yolu teleferik olarak seçilmiş. Her üç 4 km'de bir durak var ve o duraklarda evine ulaşmak ya da işine gitmek isteyenler inip varacakları yere ulaşıyorlar. Teleferik istasyonu aynı zamanda otobüs istasyonuyla entegre bir şekilde çalışıyor. Sistemi çok iyi kurmuşlar; fiziksel durum olarak binanın ve işleyen sistemin başarılı olduğunu gördüm. İstasyonlar, telekabinler ve otobüsler çok temiz ve yeni. Çalışanlar genellikle bayan ve üniformaları da çok temiz. Çok ucuz bir ücretle bu teleferiği kullanabiliyorsunuz.



    Ben 15 dakikalık bir sürede en tepedeki son durağı olan Mirador El Paraiso durağına ulaştım. Bu son istasyon, yolcuların şehrin panoramik manzarasının keyfini çıkarabileceği fotoğraf çekmek  ve manzaranın tadını çıkarmak için popüler bir yer. İstasyona geldim ama bahçesinden dışarı çıkamıyorum. Çünkü her yerden ; "aman o bölgeye dikkat et, aman istasyondan dışarı çıkma, aman yalnızsın, aman çok tehlikeli" gibi aşırı uyarı aldım. Anlayacağınız üzerimde bir baskı oluştu. Neyse, bahçede birkaç bina vardı: biri sergi sarayı, diğeri ise basit bir istasyonun yapılışını anlatan müze. Sırayla hem içeri girip gezdim hem de bana yardımcı olacak kişilere sordum. Maalesef hepsi görevli olduğu için dışarı çıkamayacaklarını söylediler ve zaten tavsiye de etmediler.

    Derken bahçede kılık kıyafeti düzgün iki kişi gördüm.Yanlarına giderek  sorunumu anlattım. İsmi Diego olan kişi, teleferiğin güvenlik şefiymiş. Bingo! Bana belki turlar gelirse onlarla katılabileceğimi söyledi, ama zaten 1 saat geçmişti ve hiçbir tur gelmediğini söyledim. Biraz da ikna gücümü kullandım, "dur bakalım" dedi, birkaç telefon açtı. Hemen az ilerideki küçük bir büfeye gidip bir şeyler içtik. Sonra bölgenin yerlisi Paul geldi, ona benim diplomat olduğumu ve bölgeyi gezdirmesini söyledi. İşte böylece sorun halloldu ve istasyonun dışına çıkıp turumuza başladık.

    Tabi ilk başta üzerimde biraz gerginlik vardı , çekingen bir şekilde dolaşmaya başladık. İlk izlenimim yollar falan fena değil, evler de o şekilde, hatta sokaktaki insanlarda sıradan gibi gelmeye başladı. Yukardan bakıldığında çok düzensiz bir gecekondu bölgesi gibi görünse de, yürürken gördüm ki mahallenin planları düzgün, sokaklar temiz ve normaldi.



    İlgimi çeken şu oldu: Hemen hemen her evin duvarına graffiti resimleri yapmışlar. Sokak aralarındaki evlerde güvenlik için köpek besliyorlar ve bunlar biz dolaşırken biraz sorun yaşattı. Paul'ün eşliğinde, başladık bu "tehlikeli" denilen bölgede dolaşmaya. İlk baştaki tedirginliğim zamanla yerini sakinlik ve özgüvene bıraktı. Mahalle o kadar da düzensiz değildi aslında, hatta umduğumdan daha da güzel ve ilginçti. İlginçti ki hemen hemen her duvarda inanılmaz derecede gerçek ve güzel graffiti eserleri görebiliyorduk. Bu eserler öyle karalama, gelişigüzel çizilmiş eserler değildi, aksine herbiri özel bir çalışma ve uzmanlık eseri, binanın şekline göre yerleştirilmiş, renk renkti. Aslında bu graffiti eserlerini tüm Bogota sokaklarında, hatta Kolombiya sokaklarında görmek mümkün.

    Neyse, "tehlikeli" mahalledeki gezimize geri dönersek; sokak sokak dolaşırken oradaki yaşamı da gözlemliyordum. Burada dilenci ya da boşta gezen insanlara pek rastlamadım. Hemen hemen her evde köpek vardı ve hatta bir sokakta birkaç tanesi üzerimize geldi. Paul beni "taş kesmiş kız" diye adlandırılan bir yere götürdü. Burada doğal bir kaya gerçekten bir kızı andırıyordu, hikayesi şöyleydi: Annesi ile yemek yerken tartışan ve ona tabağını fırlatan bir kızın Tanrı tarafından cezalandırılıp taşa döndürülmesiydi. Bu kayanın bulunduğu yer biraz daha iç kesimlerdeydi ve hemen yakınımızda madde kullandığı belli olan birkaç genç vardı. Bunlar bize bakarak bir şeyler konuşmaya başlayınca rehberimiz Paul, buradan uzaklaşalım dedi ve geçen bir taksiyi durdurup oradan ayrıldık.



    Biraz sonra ana cadde üzerinde dolaşırken etrafımızı hemen 4/5 polis motoru sardı ve üst araması yaptılar. Paul'ü ve beni biraz sorguladıktan sonra dikkat etmemizi söyleyip ayrıldılar. Bölgedeki bir yolcu minibüsüne binip yerleşik halkla birlikte biraz da turladıktan sonra geri istasyona ulaşıp kazasız belasız bu turumuzu da sonlandırdık.

    El Paraiso' daki deneyimim bana, bazı şeylerin dışarıdan göründüğü gibi olmadığını hatırlattı. İlk başta korku ve tedirginlikle yaklaştığım bu mahalle, aslında canlı bir toplumun ev sahibi olduğunu ve duvarlarının arasında birçok hikayenin saklı olduğunu gösterdi. Sokakları dolaşırken, insanların günlük yaşamına şahit oldum ve bu bölgede yaşamın ne kadar çeşitli ve renkli olduğunu fark ettim.

    Bazen bizi çevreleyen korkular veya önyargılar, gerçeğin ne olduğunu görmemize engel olabilir. Ancak bu deneyim, beni dışarıdan edindiğim izlenimlerin yanı sıra, doğrudan gözlem ve etkileşimlerimle gerçeğe daha yakından bakmaya teşvik etti. Bu seyahat, önyargıları yıkmak ve farklı perspektiflerden bakmayı öğrenmek için önemli bir fırsat oldu.

    Sonuç olarak, El Paraiso'daki ziyaretim benim için sadece bir gezi değil, aynı zamanda önyargılarımı sorgulama ve gerçeğin derinliklerine inme fırsatıydı. Hayatın çeşitliliğini ve karmaşıklığını anlamak için bazen dışarıdan görülenin ötesine geçmek gerektiğini öğrendim.




    Medellín'de Pablo Escobar: Bir Narco Teröristin İzleri
    Medellin şehrinin dünya çapında tanınmasının en büyük nedeni, maalesef bir narko teröristinin burada doğup burada kartelleşip burada öldürülmesi ve kentin son dönem tarihine imza atmasıdır. Pablo Escobar, Kolombiyalı uyuşturucu lordu ve Medellin Karteli’nin kurucusuydu. Medellín'de yaşayan Escobar, uyuşturucu trafiğinin neredeyse %90’ını kontrol eden bir figürdü. Onun hikayesi hem sıra dışı hem de karmaşıktır. Escobar, Medellín'de yaşarken hem korku hem de hayranlık uyandıran bir figürdü. Kendisi, yoksul mahallelerdeki insanlara yardım ettiği gibi, aynı zamanda şiddet ve terörle de anılıyordu.Yaklaşık 200 kanun adamının ve binlerce kişinin ölümünden sorumlu ve azmettiricisidir. Escobar'ın vahşiliğinin hiçbir engeli yoktu.  Hatta aleyhinde delil taşıyor diye  masum yolcularla dolu bir uçağı havaya bile uçurdu. Escobar'ın yaşamı, zenginlik ve ihtişamla dolu bir yönüyle yan yana giderken, aynı zamanda cinayetler ve kaosla da anılmaktaydı. Onun etkisi, Medellín halkı arasında hala derin izler bırakmış durumdadır. "Kokain Kralı"  Escobar'ın, öldüğü zaman servetinin yaklaşık 30 milyar dolar (2019 enflasyonuyla 58,7 milyar dolar) olduğu tahmin edilmektedir.Ölümünden sonra servetinin büyük bir kısmına devlet el koymuş,  Escobar’ın arkasında bıraktığı hayvanları, dinazor modelleri ve klasik arabalarının bulunduğu malikânesi bir tema parkına dönüştürülmüştür.Kendisi  aylarca yalnız olarak saklandığı bir evin çatısında ölü olarak ele geçirilmiştir.
    İşte böyle,  oğlu Sebastian Marroquin bir röportajında ‘’Açlıktan ölüyorduk ama yanımızda 4 milyon dolar nakit para vardı. İşte o zaman öğrendim, özgürlük olmadan para bir hiç. Düşünsenize, yatağımın yanında milyonlarca dolar vardı ama ölüyordum neredeyse. Köşedeki markete gidip yiyecek alacak özgürlüğümüz yoktu."demiş ve şöyle devam etmiştir;  ‘’Dünyadaki bütün paraya sahip olabilirsiniz ama huzurunuz yoksa neye yarar ki?’’ 



    Monaco Binasının Hikayesi ve Anıt Park  Parque Memorial Inflexion

    El Poblado'da kaldığımız otelin yakınındaki yerde, uyuşturucu baronu Pablo Escobar'ın son ikametgahını ziyaret ettim. Escobar, sosyal statüsünü artırmak için şehirdeki prestijli bir kulübe üye olamadığından, yani kabul edilmediğinden , bu kulübün tam karşısından arsa almış ve Monaco ismini verdiği binasını inşa etmiş. Monaco binası, gösterişli yapısı ve yüksek güvenlik önlemleriyle Escobar'ın zenginlik ve güç sembolü olarak kabul ediliyormuş.
    Ancak Monaco binası, Escobar'ın ölümünden sonra büyük bir değişim geçirmiş.Escobar ‘a olan ilgiden ve onun bıraktıklarından da rahatsız olan normal vatandaşların da isteğiyle  binanın yıkılması planlanmış,2019 da yıkım gerçekleşmiş   ve yerine 'Flexion' adında bir anıt park inşa edilmiş.. Bu park, şehirdeki geçmişte yaşanan şiddet olaylarının ve uyuşturucu ticaretinin izlerini silmek, barışı simgelemek ve toplumsal dönüşümü teşvik etmek amacıyla tasarlanmış.
    Flexion Anıt Parkı, Medellin'in karmaşık tarihini ziyaretçilere anlatan bir mekan olarak hizmet veriyor. Parkın girişinde, Escobar'ın çetesinin suikastlarında hayatını kaybeden birçok kamu görevlisinin isminin yer aldığı mozoleler bulunuyor. Ayrıca parkın duvarları, Monaco binasının yıkımında ortaya çıkan taşlarla döşenmiş olup, bu durum "kötülük hala içimizde" mesajını vermek için kullanılmıştır. Park, Medellin'in dönüşümünü sembolize eden bir yapı olarak hem yerel halkın hem de turistlerin ilgisini çekiyor ve sıkça ziyaret ediliyor.Bir mafya babasının onlarca korumayla korunan kalesinden,turistik bir parka.
     Neredeeen nereye  ,öyle değil mi?

    Pablo Escobar'ın Mirası: Medellín'de İz Bırakan 1500 Konut ve Müze

    Escobar'ın Medellín'deki mirası, sadece suçla değil, aynı zamanda şehre yaptığı yapılarla da anılır. Bundan 35 yıl önce Medellín dünyanın en tehlikeli kentiydi. Korkunç haydut Pablo Escobar, kenti çöküşün eşiğine sürüklemişti, fakat böylece, olağanüstü bir şekilde yeniden doğmasına da ortam hazırlamış oldu. "Escobar, seksenli yıllarda Medellin'in bir tepesine, siyasi güç toplamak, sosyal statü sağlamak ve örgüte eleman devşirmek amacıyla 1500 adet 2 katlı basit konut yaptırdı. Bu mahalle zamanla büyüyüp gelişti. Mahalleye adım attığımda canlılıkla karşılaştım; müzik, motorsiklet, araç ve insanların sesleri iç içe geçmişti. Evlerin dış cepheleri sıvasız olsa da balkonları renkli çamaşırlarla renklendirilmişti. Araç yollarının etrafında küçük işletmeler, barlar ve üç-dört blok arasında 3 kişinin ancak yürüyebileceği daracık merdivenli, yokuşlu sokaklar bulunuyordu. Sokaklara girerek her evden müzik, her balkonda insan ve asılı çamaşırlar gördüm. İnsanlar sokakta sosyalleşiyor, merdivenleri sandalye gibi kullanıyorlardı. Mahallede küçük bir Escobar müzesi de bulunuyordu. Turizm amacıyla açılan müze, fotoğrafların sergilendiği, bir adet maketin olduğu ve dış avluda hediyelik eşya satışının yapıldığı bir yerdi. Mahalle sakinleri merdivenlerde oturup bir şeyler içip muhabbet ediyorlardı. Bir dükkandan su alırken doğum günü partisi yapan insanlara selam verdim ve bir dilim kek ikram edildi. Escobar'ın Medellin'deki mirası sadece suçla değil, aynı zamanda şehre yaptığı yapılarla da anılır. Medellin’in kaderini şekillendirmede Escobar’ın oynadığı rolü hesaba katmadan bu kente dair bir hikaye anlatmak mümkün değil. Onun Medellin’in değişimindeki rolünü göz ardı etmek de tarihi ciddi anlamda çarpıtmak olacaktır. Kenti değişime götüren koşulların oluşmasında Escobar’ın ve ona bağlı grupların büyük payı olmuş. Bu sayede Escobar kentin kenar mahallelerine, değişim taleplerini ortaya koyabilmelerini mümkün kılan politik bir ses ve yol da sağlamış.Hani derler ya,kötü zannettin şeyde bazen hayır vardır diye. İşte burada bu olmuş.

    Escobar ‘ın vurulduğu ev

    2 Aralık 1993 tarihinde, ünlü uyuşturucu baronu Pablo Escobar, saklandığı bir evin damında CIA ve Kolombiya güvenlik güçleriyle çıkan çatışmada öldürüldü. Escobar, kaçışının ardından Kolombiya hükümeti, ABD yetkilileri ve rakip uyuşturucu kaçakçılarıyla işbirliği yaparak büyük bir insan avı yapıyor. 1 Aralık 1993'te Escobar, 44. doğum gününü kutladı ve iddialara göre pasta, şarap ve marihuananın tadını çıkardı. Ertesi gün, saklandığı yer Medellin'de bulundu. .Bu ev Comuna 13'e yakın ama sıradan bir sokakta bulunuyordu.Kolombiya güçleri binaya baskın düzenlediğinde önce Limon isimli yakın korumasını öldürüyorlar.Escobar evin arka kısmında ki çatıdan kaçmaya çalışırken  ölümcül bir şekilde vuruluyor. Ancak bazıları Escobar'ın intihar ettiğini iddia ediyor.. Ben bu evi ziyaret ettim. Ev aslında çok sıradan, dikkat çekmeyen bir 2 katlı evdi. Evin önünde yeşilliklerle kaplı bir kanal vardı.İşte onu o yeşilliklerden gözetlemişler Hali hazırda bu ev el değiştirmiş ve içinde yaşayan bir aile bulunmakta. Ancak, bu ailenin turistlerin ilgisinden rahatsız olduğu söylediler..Ben de daha fazla dikkat çekmemek için bir kaç resim alıp ayrıldım.

    Escobar’ın mezarı

    Medellin’de Cementerio Jardins Montesacro isimli mezarlıkta   Pablo Escobar'ın mezarını ziyaret ettiğimde, etrafı turistlerle dolup taşan bir yer olduğunu fark ettim. Herkes, bu mezarın yanında hatıra fotoğrafları çekiyor, rehberlerin anlattıklarını dinliyor ve sonra bir sonraki durağa geçiyordu. 
    Bu Pablo Escobar'ın mezarının olduğu alanda yanyana  annesi, amcası, babası ve  Limon isimli koruması gibi o ölmeden önce hayatında önemli bir rol oynayan kişilerin mezarları bulunuyordu. Orada bulunan yerli rehberler  ziyaretçilere mezarlar hakkında bilgi veriyor, temizlik yapıyor ve isteyenlere mezar taşlarıyla fotoğraf çektirme imkanı sunuyordu.
    Burada benim mezar ziyaretim ,aslında olması gerektiği gibi olmadı . Ölüye olan saygının ne demek olduğunu çok iyi biliyorum, ancak Pablo Escobar'a herhangi bir saygı gösterisi yapmadım. Çünkü şahsi inancıma göre, bazı ölüler saygıyı hak etmezler.İşte bu narco terorist Escobar da bu grupta yer alıyor.
    Pablo Escobar'ın hayatı, medya ve popüler kültürde sıkça işlenen bir konu. Ancak benim için Escobar, sadece bir suçlunun mezarı değil, aynı zamanda birçok acının ve trajedinin sembolüydü. Yaptıklarıyla binlerce insanın hayatını mahvetmiş, aileleri parçalamış bir figür olarak ona saygı göstermek benim için mümkün değildi.
    Mezarı ziyaret ettiğimde, turistlerin ilgisini ve merakını anlayabiliyorum. Ancak ben, bu mezarı gezdiğimde sadece tarihi bir figürün son durağını değil, aynı zamanda onunla ilgili derin düşünceleri de ziyaret ettim. Herkesin tarihini ve figürlerini kendi bakış açısına göre değerlendirmesi önemlidir. Ve benim bakış açıma göre, Pablo Escobar'ın mezarı sadece bir turistik cazibe değil, aynı zamanda insanlığın karanlık yönlerini ve onun yarattığı acıları hatırlatması gereken bir simgeydi. İnanç Bahçeleri Mezarlığı'nda ayrıca, Kolombiya tarihinde yer alan, ve yine Netflix  de dizisi yapılan Barona Griselda Blanco yani kara dulun ve daha birçok karakterin mezarını da gördük.

    Comuna 13 değişimin adresi 

    Medellin'deki Comuna 13 mahallesine  yaptığım geziden edindiğim izlenimleri sizinle paylaşmak istiyorum. Bir zamanlar Dünya'nın en tehlikeli mahallesi olarak kabul edilen Comuna 13'e girdim. 2000'lere kadar bu mahalleye polis bile giremiyormuş. Dünya'nın en büyük uyuşturucu ticareti merkeziymiş. Evet, Kolombiya'dayım. Medellin şehrinin San Javier bölgesindeyim; nam-ı diğer "Escobar Mahallesi".

    Medellin'in önemli bölgelerinden biri olan Comuna 13'e ulaştığımda, adeta bizim Laleli’de ama bir renk cümbüşü içinde buldum kendimi. İnanılmaz bir kalabalık ve hareketlilik vardı, özellikle de şehri tepeden izlemek için düzenlenmiş kafeler büyük ilgi görüyordu. Bu bölge, tarihi ve canlı kültürel dokusuyla birlikte turistleri cezbetmekteydi.
    İşte buranın kısa tarihi hikayesi; Comuna 13, Medellin'in tepelerinde dağlarla çevrili bir mahalledir. Stratejik konumu, suç örgütleri için bir sığınak ve güvenlik güçleri için bir zorluk oluşturur. Uzun yıllar boyunca, uyuşturucu kaçakçılığı, fuhuş, gasp ve hırsızlık gibi suçların merkezi olarak biliniyordu. Özellikle Pablo Escobar'ın liderliğindeki Medellin Karteli için stratejik bir konumdaydı. Escobar, kartelin elemanlarını burada devşirir ve bölgeyi kontrol altında tutardı.
    Escobar'ın ölümünden sonra, Comuna 13'ün kontrolü, yasadışı silahlı FARC militanlarına geçti. Bölge, şiddet ve kaosun hüküm sürdüğü bir yer haline geldi.
    16 Ekim 2002'de, dönemin Kolombiya Devlet Başkanı Alvaro Uribe'nin liderliğinde gerçekleştirilen Operación Orión (Comuna 13 Operasyonu), bölgedeki suç ve şiddetle mücadelede bir dönüm noktası oldu. Bu operasyon sırasında, Kolombiya ordusu ve polisi, bölgeye girerek silahlı gruplara karşı mücadele etti. Operasyonun sonunda, yüzlerce insan öldü veya yaralandı, ancak bölge nihayetinde güvenli hale getirildi.Ancak, bu operasyon aynı zamanda sivil kayıplara da neden oldu ve tartışmalara yol açtı.

    Bu operasyon, Comuna 13'ün dönüşümünde önemli bir adım oldu. Bölge, şimdi daha güvenli ve istikrarlı bir yer haline gelmiştir. Ancak, operasyonun sivil kayıpları ve toplum üzerindeki etkileri, hala tartışma konusudur.
    Günümüzde, 250 bin kişinin yaşadığı Comuna 13, yerel yönetim ve sivil toplum kuruluşlarının projeleriyle yeniden canlandı. Bölge, hem yerli hem de yabancı ziyaretçilerin ilgisini çeken turistik bir noktaya dönüştü. Operasyon sırasında zarar gören evler yeniden inşa edildi ve mevcut yapılar restore edildi. Bu mevcut yapıların her biri ticari işletmeye dönüştürülmüş ve özellikle o bölgede yaşayanların işlettiği güzel bir yerel açık hava panayırına dönüşmüş.
    Burada, hem duvarlar grafiti ile renklendirilmiş hem de mağaza vitrinleri birbirinden güzel baskılı ürünlerle süslenmişti. Her sokakta müzik ve hareket vardı. Her kafe, şehrin panoramik görüntüsünü müşterilerine sunmak için rekabet içinde standlar kurmuştu. Her birkaç yüz metrede bir mola vermek, bir şeyler içmek ve resim çekmek isteği beni sarmıştı.
    Burada dünyaya yeni bir imaj sunarak kente itibar katmanın ve turist çekmenin de ötesine geçen, çok incelikli bir tasarım anlayışı söz konusuydu. Comuna 13'te, rastgele yapılmış gecekonduların düzensiz manzarası içinde,  müzik sesleri ve süslü metal gölgeliklerle yukarı aşağı giden, klimalı ve rengarenk merdivenler, farklı dünyaların çarpıştığı bir kare meydana getiriyordu. Projelerdeki başarının anahtarı da buydu muhtemelen: iki farklı dünyayı bir araya getirmek, etkileşim kurmaya itmek ve yeni bir kimlik oluşturmak. Aslında ne kadar mantıklı, yıllarını bir bölgeye vermiş, orada doğmuş, sokaklarında oynamış, büyümüş, aile kurmuş kişileri komşuları taşıma ile birbirinden ayırmaktansa, yaşanmışlıkları yok etmektense orada onlara daha güzel, daha yaşanılabilir, daha sıcak bir ortak yaşam alanları sunmak. Orada yaşayanların yaşam standardını, kalitesini yükseltirken onları şehrin sosyetesine, sosyal ve iş dünyasına kazandırmak ne kadar değerli. Keşke bunu bizler de uygulayabilseydik.


    Geçmişin en tehlikeli mahallesi bugünün en turistik mahallesine dönüşmüş. Bu bakımdan oldukça başarılı bir kentsel dönüşüm örneği diyebiliriz. "Kentsel dönüşüm" dediysem aklınıza hemen Türkiye usulü kentsel dönüşüm gelmesin. Hiçbir şeyi yıkmamışlar ve hiçbir şey yapmamışlar. Sadece gerekli olan altyapı çalışmalarını tamamlayıp, güvenlik önlemlerini almışlar.
    Bunun dışında bu mahalle kendisine özgü çarpıklığı, kaosu, gece kondu evleri ve mahalle kültürüyle eski yaşamına devam ediyor. Turistler en çok da bu yüzden geliyor. Eskiden uyuşturucu tacirlerinin cirit attığı aynı sokaklarda şimdinin grafiti sanatçıları sokak resimleri yapıyor. Mahalle adeta Medellin'in açık hava resim müzesine dönmüş. Eskiden torbacıların saklandığı evlerde şimdi kafeler ve barlar var. Şehrin en güzel manzaralı yerlerinde insanlar aileleriyle beraber yemeklerini yiyor, içeceklerini içiyorlar. Eskiden kavga edilen yerlerde şimdi dans ediliyor. Sokaklarda tam bir cümbüş var. Yapılanlar ve yapanlar farklı ama yerler aynı.
    Belediye mahallenin girişine kadar metro hattı getirmiş ancak mahallenin içine girmemiş. Metro'dan çıkanlar bütün mahalleyi yürüyerek gezmek zorundalar. Bu da yerel halkın ticaretine olumlu yansıyor. Ayrıca mahallenin üstüne teleferik hattı kurulmuş. Böylece teleferik keyfi yapmak isteyenler mahallenin en yüksek tepesinde inmek zorunda kalıyorlar ve tüm mahalleyi dolaşarak geri dönüyorlar. Toplumsal korunma ve kalkınmayı desteklemesi için mahallenin içine birçok futbol ve basketbol sahası yapılmış. Böylece bir zamanların uyuşturucu işine bulaşmış dedelerin torunları artık boş zamanlarını sporcu olmak ümidiyle antrenman yaparak geçiriyorlar.
    Kolombiya Comuna 13 de bunu başarmış. Tıpkı Brezilya'nın Favela kültürünü korumayı başardığı gibi... Güney Amerika'daki turizme kazandırılmış eski mahallelerini gezerken aklıma gelmiyor değil; İstanbul'un simge yerlerinden Sulukule'yi olduğu gibi korumak ve doğal hâliyle turizme kazandırmak çok mu zordu? Ya da Fikirtepe’yi. Canı sıkılan bir İstanbullunun, bir turistin Sulukule'ye gidip sokaklarında, o ünlü eğlence evlerinde yerel halkla dans etmesinden, eğlenmesinden daha güzel bir aktivite olabilir miydi? Evler yeniden yapılınca evlerde yaşayanlar da değişti… Yaşayanlar değişince mahallenin ruhu da gitti. Şimdi yüksek yüksek beton binalar, gri ve ruhsuz...

    Guatapé
     
    Ve şimdi hep turistik afişlerde  gördüğümüz o çok büyükçe olan kaya parçasının olduğu yerdeyiz .Burası Guatape. Sonundaki tape tepeyi andırıyor değil mi? Guatapé'yi ziyaret etmek benim  için gerçekten büyük bir heyecandı. Tam kilometrelerce uzaktan bu devasa kayayı görünce etkilendim. Bu kayanın bulunduğu köyünismi Guatape, Medellin'e sadece iki saat uzaklıkta, ama kendine has bir cazibesi var. İlginç bir şekilde, Guatapé'nin bugünkü halinin oluşmasında büyük bir rol oynayan şey, su ve kara parçalarının birleştiği bir noktada yapılan bir barajdı. Bu baraj, 1960'larda inşa edilmiş ve Guatapé kasabasını oluşturan su altındaki toprakların büyük bölümünü sular altına almış.
    Ancak, Guatapé'nin en dikkat çekici özelliği hiç şüphesiz El Peñol Kaya Tepesi'ydi. Bu devasa kaya, şehrin tam ortasında yükseliyor ve kilometrelerce uzaktan bile görülebiliyordu. Olağanüstü granit dokusu ve volkanik yapısıyla, dünya çapında nadir görülen bir doğa harikasıydı. Zirveye çıkmak için 650'den fazla basamak tırmanmak gerekiyordu, ancak zirveye ulaşanlar için muhteşem bir manzara ve unutulmaz bir deneyim sunuyordu.
    Kendi deneyimime gelince, ne yazık ki sağlık sorunları nedeniyle El Peñol Kaya Tepesi'ne tırmanamadım. Ancak, şehri keşfetmek için küçük motorlu taksilerle gezme deneyimi oldukça keyifliydi. Renkli evler arasında dolaşmak ve sokakları keşfetmek gerçekten unutulmazdı. Guatapé Gölü'nün sakin sularını ve etrafındaki doğal güzellikleri keşfetmek gerçekten huzur vericiydi. Tekne gezileri yapmak ve çevredeki yeşilliklerin tadını çıkarmak da benim için unutulmaz anılardan biriydi.
    Guatapé'nin turistik cazibesi, doğal güzellikleri ve sıcak atmosferi beni gerçekten etkiledi. Guatapé çevresinde gezdiğim yerler arasında, ispanyol birçok ünlü futbolcu ,kolombiyanın televizyon yıldızlarının villaları ve  Pablo Escobar'ın malikanesi de vardı .Ayrıca  su altında kalan kilise bir kilisenin olduğu yere inşa edilmihaçı gibi tarihi yapılar da gözümüze çarptı. 
    Bu sebeble Guatapé'yi Hasankeyf ile kıyaslamak da ilginç olabilir. Hasankeyf, tıpkı Guatapé gibi tarih ve doğa ile dolu bir yerdi. Ancak, Hasankeyf'te sular altında kalan bir köy ve sadece bir minarenin sular üstünde sembol olarak kaldığına dair hüzünlü bir hikaye vardı. Bu, insanların doğayla ve tarihle olan karmaşık ilişkisinin bir yansımasıydı ve Guatapé'nin benzersiz güzelliklerini ve zengin tarihini daha da takdir etmeme neden oldu.
    Sonuç olarak, Guatapé, Kolombiya'yı keşfetmek isteyen herkese tavsiye ederim. Bu benzersiz kasaba ve çevresi, zengin doğal güzellikleri ve tarihi dokusuyla unutulmaz bir deneyim sunuyor.


    Pereira -Salento

    Kolombiya gezimizde ki yeni durağımız Pereira şehri ve Cocora vadisi oldu. Pereira havalimanından otobüsle başladığımız yolculuk, etrafımızı saran muhteşem manzaralarla doluydu ve yaklaşık bir saat sürdü. Vadiye vardığımızda, dünyanın en yüksek palmiye ağaçlarıyla çevrili olduğumuzu fark ettik. Bu devasa balmumu palmiyeleri, göğe uzanan ince ve yüksek gövdeleriyle tanınıyor ve bazılarının 200 yıldan fazla yaşadığı biliniyor. Kolombiya’nın ulusal ağacı olan bu palmiyeler, vadinin simgesi haline gelmiş.
    Vadinin tarihi, Quimbaya prensesi Cocora’ nun  adını taşıyor ve ‘su yıldızı’ anlamına geliyormuş.Bu vadi, Los Nevados Ulusal Doğal Parkı’nın bir parçası olarak koruma altına alınmış ve burada birçok endemik flora ve fauna türü bulunuyormuş.. Vadi beni adeta büyüledi.Harika bir turizm istasyonu olarak düzenlenmiş.her baktığımız yer tam fotoğraflıktı.Bölgeye gelenlere atla tur yaptırıldığından biz de hemen atımızı seçtik ve tura başladık.


    Vadinin içinde atlarla yaptığımız gezinti, bölgenin doğal güzelliklerini keşfetme şansı verdi. Yemyeşil tepelere tırmanırken, her adımda karşımıza çıkan yeni manzaralar karşısında hayranlık duymamak imkansızdı. Tepenin zirvesinde, göz alabildiğine uzanan vadiler ve sıra dışı bitki örtüsü eşliğinde serin meyve suları içerken, bu eşsiz manzarayı fotoğraflamak için mükemmel bir an yakaladık. Vadide insan eli ,kızıldereli,  horoz ,Cocora yazısı gibi büyük anıt eserlerin yanında, safari jeepi ,büyük Kolombiya bayrağı gibi fotoğraflamak için kullanılan eserler vardı. Cocora Vadisi’nin büyüleyici atmosferi, doğanın sunduğu huzur ve güzelliği en saf haliyle yaşamamızı sağladı."


    Cocora Vadisi’nin büyüleyici doğasını arkamızda bırakıp, vadiden çıktığımızda karşımıza çıkan “Donde Laurita Campestre” restoranında mola vermek, bu doğal cennetteki deneyimimizi tamamlayan bir zevkti. Kolombiyalı bir kadın girişimci tarafından işletilen bu kır restoranı, doğal güzellikleri bozmadan, çevreye saygılı bir şekilde inşa edilmiş. Restoranın her köşesi, kadın elinin inceliği ve zarafetiyle düzenlenmiş; bu da mekana sıcak ve davetkar bir hava katmış.
    Mısır ekmeğinin çıtır çıtır lezzeti, Kolombiya’nın yerel mutfak kültürünün en güzel örneklerinden biriydi. Ancak asıl sürpriz, dana eti ızgaraydı. İstanbul’daki en kaliteli et restoranlarına taş çıkartırcasına iddialı ve lezzetli bir etle karşılaşmak, beklentilerimin çok ötesindeydi. Etin mükemmel pişirilmiş olması ve sunumunun zarafeti, restoranın kalitesini gözler önüne seriyordu.
    Restoranın menüsü, Güney Amerika ve Kolombiya mutfağının en seçkin lezzetlerini sunuyor; özellikle alabalık yemekleri, ziyaretçiler tarafından sıklıkla övülüyor. Doğal ahşap masalarda otururken, etrafımızı saran yeşillikler içinde, Kolombiya’nın bu özel köşesinde, lezzet ve huzur dolu anlar yaşadık.
    “Donde Laurita Campestre” restoranı, Salento’ nun sadece lezzetli yemekler sunmakla kalmayan, aynı zamanda misafirlerine Kolombiya’nın sıcak misafirperverliğini ve kültürünü yaşatan bir yer olarak hafızamda yer etti. Bu restoran, Cocora Vadisi ziyaretinizin ardından, doğanın içinde, huzurlu bir mola vermek için mükemmel bir seçim. İstanbul’daki restoranlarla kıyaslanabilecek bir kalitede dana eti ızgara servisi, bu restoranı unutulmaz kılan detaylardan sadece biriydi.

    Oradan vadinin bağlı olduğu tarihi bir kasaba olan Salento' ya gelip otelimize yerleştik.Çok fazla turistin ziyaret ettiği bu güzel kasaba da da güzel vakit geçirdik. Akşam kasaba meydanın daki bir kafenin terasında çaylarımızı yudumlarken tam Saat 21:00 da çok yüksek sesli bir alarm çalmaya başladı biz ne oluyor diye ayağa kalktık, kafe sahibi ve yerliler sorun yok diye  işaret etti . Sonra alarmın nedenini anlattılar; saat akşam 9 çocukların eve dönme ve uyku saatiymiş, bu saatten sonra sokakta çocuk olmamalıymış.ilginç.

    Carlos Lehder'in Finca Bellavista'daki evi

    Salento’ dan, Pereira' ya doğru , yolculuğum  esnasında ki , beklenmedik bir durak beni tarihin tozlu sayfalarına götürdü. Yol kenarında, yemyeşil doğanın kucağında, zamanın unuttuğu bir yapıya rastladım. Bu yer, bir zamanlar Kolombiya'nın en karanlık hikayelerinden birine ev sahipliği yapmış, ünlü mafya ve eroin kaçakçısı Carlos Lehder’in eviydi.
    Evin yıkık dökük duvarları arasında dolaşırken, 30 yıl öncesinin yankılarını hissettim. Carlos Lehder, Medellín Karteli’nin kurucu ortaklarından ve yüksek seviyeli bir uyuşturucu kaçakçısıydı. Kolombiyalı-Alman bir ailede doğan Lehder, 1987’de Kolombiya’da yakalandıktan sonra ABD’ye iade edildi ve uzun yıllar hapis yattı. 2020’de serbest bırakıldı. Ayrıca, Lehder Norman’s Cay adasında bir kokain nakliye imparatorluğu kurmuş ve MAS adlı paramiliter bir grubun kurucu üyelerinden biri olmuştu.
    Bu harabe ev, bir zamanlar Kolombiya’nın karmaşık tarihine ve uyuşturucu ticaretinin etkilerine tanıklık etmişti. Şimdi ise, doğanın geri aldığı, sessiz ve hüzünlü bir anıt gibi duruyor. Bu ev, yolculuğumun en unutulmaz anlarından biri oldu ve bana, her köşede bir hikaye gizleyen bu toprakların derinliklerini hatırlattı."

    Kolombiya'nın İncisi: Cartagena

    Kolombiya gezimin son durağına geldik: Cartagena, gerçekten de ülkenin bir incisi! Santa Marta ile birlikte bu şehir, görülmeye değer bir yer. Lagünün kenarında konumlanmış olmasıyla geniş plajları var. Üstelik UNESCO'nun "Dünya Kültür Mirası" listesinde yer alan tarihi merkezi de var ki, onun için "Historic Old Town-Walled City" diyorlar. İşte orası gerçekten de turistlerin ilgisini çeken bir yer. Müzeleri, kiliseleri, kafeleri, hediyelik eşya dükkanları... Gün batımını izlemek ise adeta bir ritüel haline gelmiş durumda! Havaalanından kalacağımız otele doğru yola çıkmıştık ki beni çok şaşırtan, beklenmedik bir manzara bizi selamladı. Önümüzde bir New York silüeti duruyor ama karşısında uzanan bir okyanus plajı vardı. Evet, biz Türkiye'de Akdeniz'deki farklı plaj ve otel konseptlerine alışığız. Burada ise çok yüksek oteller ve önünde uzun sahiller vardı. Örneğin, bizim kaldığımız otel 51 katlıydı.
    Estelar Cartagena otelinin havuz başından gün batımını izlemek gerçekten unutulmazdı. Ama benim için asıl olay meydanlardı ve sokaklardı. Bolívar Meydanı'nda Simón Bolívar'ın heykelinin önünde oturmak, gerçekten de tarih içinde yolculuk yapmak gibiydi. Daracık sokaklar arasında dolanırken, sanki Gabriel García Márquez'in kitaplarından birindeymişim gibi hissettim. Bir de bir yerel sanatçının el yapımı tablosunu aldım. O tablo sokakların rengarenk atmosferini yansıtıyordu.
    Akşamları lezzet turuna çıkmak da ayrı bir keyifti. Restaurante-Bar San Nicolás denen mekanda geçirdiğim bir akşam özellikle unutulmazdı. Yerel sanatçıların çaldığı müzik, gerçekten de Kolombiya'nın ruhunu yansıtıyordu. "Guantanamera" parçasını çaldıklarında, şarkının sözleriyle birlikte tam anlamıyla bir Cartagena deneyimi yaşadım. İşte şarkıda geçen sözler, tam da benim hissettiklerimi yansıtıyor:
    "Karanlığa koymayın beni
    Bir hain gibi ölmek için
    Ben iyiyim ve iyi biri olarak
    Yüzüm güneşe doğru öleceğim,
    Yeryüzündeki yoksullarla
    Şansımı denemek istiyorum
    Dağdaki dere
    Denizden daha çok mutlu eder beni..."

    Sokaklarda dolaşırken, Fernando Botero'nun eserlerine sık sık rastladım. Onun şişman figürleri şehrin her yerinde karşıma çıkıyordu. Bir de puro satıcıları... Dayanamadım ve birkaç kutu aldım. Sonradan öğrendiğim kadarıyla tam orijinal değilmiş, ama benim için önemli değil. Zaten tam bir puro uzmanı da değilim!


     Son söz 


    Kolombiya'nın her bir köşesini adım adım keşfetmek, beni hem büyüledi hem de derinden etkiledi. Bogotá'nın modernizmi ve tarihi dokusu, Medellín'in yeniden doğuşu ve Comuna 13'ün renkli duvarları, Cocora Vadisi'nin mistik manzarası, Cartagena'nın masal gibi sokakları ve hatta Escobar'ın izleri... Her biri ayrı bir hikaye, ayrı bir deneyimdi.
    Ancak bu yolculuğun gölgesinde, Escobar'ın izlerini takip ederken, onun hikayesinin ve uyuşturucu ticaretinin Kolombiya'nın üzerinde bıraktığı derin yaraları da gördüm. Madde kullanımının, madde ticaretinden nemalanan kişi ve örgütlerin bir ülkeyi ve insanlarını nasıl harabeye çevirebileceğini gördüm..
    Kolombiya'nın bir atasözü der ki: "Birlikte yürüdüğünüz insanlar, hedefinize daha çabuk ulaşmanızı sağlar." Bu yolculukta, birlikte yürüdüğüm dostlarımla, bu zorlu süreçlerle başa çıkmanın ve olumlu değişimler yaratmanın önemini anladık. Madde kullanımının yıkıcı etkilerini gördükçe, birlikte daha güçlü olduk ve bu sorunla mücadele etmek için çözümler aradık.
    Sonunda, kötülerin sonunun geldiğini gördük. Escobar gibi uyuşturucu baronlarının sonu, vahşi bir sona geldi. Ancak Kolombiya, onların izlerini silmek ve ülkeyi daha iyi bir geleceğe taşımak için çaba gösteriyor. Biz de bu çabanın bir parçası olmak ve Kolombiya'nın yeniden doğuşuna tanıklık etmek için buradayız.
    Bu yolculukta, yaşadığım her an için Kolombiya'ya minnettarım. Bu güzel ülke, bana birçok şey öğretti ve beni birçok yönden zenginleştirdi. Şimdi, geleceğe umutla bakıyor ve Kolombiya'nın güzelliklerini, dostluğunu ve direnişini her zaman kalbimde taşıyacağım.

     Sağlıcakla Kalın

    Ercan Çölmekçi 
    10 nisan 2024

    YORUMLAR

    • 0 Yorum