• Reklam
Mehmet Asil YILMAZ

Mehmet Asil YILMAZ


DOKSANDOKUZ YARAN OLSA DA UMUDUNU YİTİRME

08 Şubat 2022 - 14:50

Eski öğrencim olan Yazgülü, odamda ikram ettiğim çayı yudumlarken, karşısında oturan eşine bakıp, “ben yaşıyorsam eğer bunu manevi baba yerine koyduğum hocama borçluyum. Şuan seninle evliysek ve bu minik yavrumuzun da anne-babasıysak bunu yine ona borçluyuz” dedi.

Gülümsedim. Aynı anda yıllar öncesine gittim.

Bir akşam üzeriydi. Fakültedeki odamda çalışırken, kapıya vuruldu, bir kız öğrenci içeriye girip, “Hocam, sizin verdiğiniz ‘Bitki hastalıkları’ dersini alan öğrencilerden biriyim. Müsaade ederseniz, sizinle özel bir konuyu görüşmek istiyorum” dedi.
Merak ettim. Oturmasını söyledim. “Buyur, seni dinliyorum kızım” dedim.
“Hocam, benim adım Yazgülü. Karadenizliyim. İçinden çıkamadığım özel bir sorunum var. Sizden yardım istemeye geldim” dedi, mahcup bir yüz ifadesiyle. Dokunsalar ağlayacak gibiydi.
“Tabii ki yardımcı olurum. Ama keşke önce fakülte yöneticilerine gitseydin. Onlar sana daha fazla yardımcı olurdu” deyince,
“Yok hocam. Ben size gelmeyi daha uygun buldum. Daha doğrusu içimden öyle geldi. Sizin öğrencilerinizle olan samimi ve sıcak diyaloğunuz ve bizlere karşı baba şefkatiyle yaklaşmanızdan cesaret aldım. Bu nedenle size geldim.”
Sorununu bilmiyordum ama öylesine zayıf görünüyordu ki, yağmurda ıslanan bir kuş gibiydi. Tutunacak dal arıyordu. Konuşmak istemesem ya da başkasına yönlendirsem belki de tüm ümitleri yok olup gidecekti. “Peki” dedim. “Anlat o zaman. Seni dinliyorum.”
“Benim sorunum; babam ve üvey annemle ilgili. Annem ölünce, babam beni eskisi gibi sevmez, istemez oldu. Üvey annemin etkisi altında kalıyor. Memlekete tatile gittiğimde, bana soğuk davranıyor. Hiç şefkat göstermiyor. Bana sadece ihtiyaçlarımı karşılamam için para veriyor. Ruhsuz bir insan olup çıktı. Ben evde var mıyım, yok muyum, belli değil. Ondan başka da hayatta tutunacak bir dalım, omzuna başımı yaslayacağım kimsem yok. Annem yaşıyorken mutluydum. Yarınlardan ümitliydim.”
Öğrencimin sesi konuştukça titremeye başladı ve sonunda da gözyaşları sel gibi aktı. Ne diyeceğimi, ne yapacağımı şaşırdım. Dışarıdan biri gelip görse, belki de sınıfta bıraktığımı ya da düşük not verdiğim için ağlayıp, sızladığını sanabilirdi.
Sustum. Bir şey diyemedim. Zaten ne dersem diyeyim, onu teskin edemezdim. Bıraktım, rahatlasın, içi boşalsın, sonra ne derdi varsa döksün diye.
Gözyaşlarını elinin tersiyle sildikten sonra, “kusura bakmayın hocam. Kendimi tutamadım” dedi. Anlatmaya devam etti:
“Artık kendimi bu dünyada fazlalık olarak görmeye başladım. Geleceğimden ümidimi kestim. Yaşamın bir manası kalmadı benim için. Son çare olarak size geldim. Ne olur bana bir yol gösterin. Ne yapacağımı bilemiyorum.”
Onu biraz rahatlatıp, olumsuz düşüncelerden uzaklaştırmak için dersleriyle, arkadaşlarıyla ilgili sorular sordum.
Aynı noktaya bakarak, anlamlı, anlamsız konuştukça konuşuyordu. Bazen cümleler arasına virgül bile koymadan, uzattıkça uzatıyordu. Düşünceleri darmadağındı. Sanki yanında ben yokmuşum gibi davranıyordu. Psikolojisinin oldukça bozulmuş olduğunu fark ettim. Ancak konuşunca rahatladı. İçini dökecek, kendini dinleyen birini bulduğu için mutlu olmuştu sanırım. Mesai bitmeye yakındı. Onu o şekilde gönderemezdim.
“Yazgülü, hava karardı. Birlikte çıkalım. Bugün ben seni dinledim. Yarın gel. Benim de sana söyleyeceklerim var. Nerede kaldığını söylersen, seni bırakırım” dedim.
“Zahmet olacak Hocam” dedi ve kaldığı yurdun adını söyledi.
Merdivenlerden birlikte inip, bina önündeki yolda bıraktığım otomobilime bindik.
Yolda giderken, ona biraz nasihat etmek istedim. “Bak Yazgülü” dedim. “Genç ve güzel bir kızsın. Çok güzel yarınlar seni bekliyor. Önce fakülteyi bitireceksin, bir mesleğin olacak. Sonra sevdiğin biriyle yaşamını birleştirip, yuva kuracaksın. Çocuklarınız olacak. Eğer fakülteyi bitirir ve ekonomik özgürlüğüne kavuşursan, seni beğenmeyen o üvey annen yaptıklarından utanarak, özür bile diler Ama pes etmeyecek ve hayata tutunup, mutlaka fakülteyi bitireceksin.”
Ben nasihatlerimi sıralarken, gerilmesin diye de aracın radyosunu açmıştım. “Bitlis’te beş minare” türküsü çalıyordu. Ve türkünün sözleri de sanki tam da o an dertli öğrencimin duygularına tercüman oluyordu.
“Benim de yüreğim para pare hocam” dedi. Sonra başını pencereden tarafa döndürüp, “doksan dokuz yarem var, bir yara de sen açma, beri gel oğlan beri gel” sözlerini, radyodaki sanatçıyla birlikte mırıldandı.
 Üzülmedim desem yalan olur.

Derin bir soluk aldım ve, “kızım, şarkı söyle, türkü söyle, umutlarınla, anılarınla yaşamayı çalış. Sayılı gün çabuk geçer. İnsan her zaman mutlu olamaz. Mutluluk da mutsuzluk da biz insanlar için. Ama her ne olursa olsun çaresizliğe, umutsuzluğa düşmeyip, direneceğiz. Ve bir gün geldiğinde o günleri anıp, gülümseyeceğiz. Bu sözlerimi hiç unutma. Ne zaman istersen yanıma gel. Ağabeyin gibi, baban gibi seni dinlerim” dedim.
Kaldığı yurdun önünde arabadan inerken, rahatlamış gibiydi. Teşekkür edip, gitti. Ama ne olacağını, ne yapacağını bilemezdim. Beklediği yalnızca sıcak bir baba şefkatiydi, o kadar.
O gitmişti ama tüm derdini de benim omuzlarıma yüklemişti.
Birkaç gün sonra yine odamda oturup, sınav kağıtlarını okurken kapı çaldı, gelen Yazgülü’ydü. Onu görünce sevindim. Çünkü yarın gel demiştim ama gelmeyince meraklanmıştım.
Tebessüm ederek bana doğru yürüdü ve, “Hocam elinizi öpebilir miyim? dedi.
Bir şey söylemeye fırsat vermeden de gelip, elimi öptü.

“Hayrola Yazgülü?” dedim. “Seni çok mutlu gördüm.”
Bu arada masamın önündeki sandalyelerden birine kendiliğinden oturmuştu. Önündeki sehpaya bakarak konuşuyordu:


“Hocam, dün akşam annemi, babamı, kendi geleceğimi ve üvey annemin yaptıklarını düşündükçe bunalıma girdim. Sonra bir kağıda “intiharımdan kimse sorumlu değildir” yazıp, çantama koydum ve yurttan çıktım. Bir taksiye bindim. Şoföre, beni baraj yolu caddesindeki kafelerin bulunduğu yere götürmesini söyledim. Aslında niyetim baraj gölüne atlayıp, yaşamıma son vermekti. Ancak tam baraj yoluna girdiğimizde şoför aracın radyosunu açtı. Ve ilginç bir tesadüftür ki, tıpkı sizinle yaptığım yolculuk sırasında olduğu gibi ‘Bitlis’te beş minare’ adlı türkü çalmaya başladı. O an bana söyledikleriniz aklıma geldi. Şoföre, “beni aldığınız yere geri götürün. Bir şey unutmuşum”, dedim. Yurda döndüm. Ve şimdi karşınızdayım. İntihar falan da etmeyeceğim. Kendi kendime söz verdim”.
Hem şaşırmış, hem de mutlu olmuştum. Söyleyecek bir şey yoktu ama yine de, “Sakın bir daha böyle aptallık yapma!” deme gereği duydum. Biraz sohbet edip, odamda kendi demlediğim çaydan içtikten sonra izin isteyip, gitti.
Başka bölümün öğrencisi olduğu için onu sık göremiyordum. Ancak yıllar sonra bir gün yine kapıma tık tık vuruldu. Yazgülü eşi ve çocuğuyla ziyaretime gelmişti.
Öyle çok mutlu olmuştum ki anlatamam..

***
Yaşamak aslında bir sanattır. Ancak bazı durumlarda yapılan baskılar insanı yaşamdan soğutup, koparabiliyor. Gençlerimizin kıymetini bilelim. Onları yaşamdan soğutan her türlü davranıştan, eylemden, söylemden kaçınalım. Giden geri gelmiyor çünkü.

Ülkemizde eğitim ve öğretim süreci zordur. Öğrenciler çocukluk çağından itibaren ders çalışma ve sınav maratonuna tabii olup, birçok zorluğa göğüs gererek hedeflerine ulaşmaya çalışıyorlar. Kimi maddi sıkıntı yaşıyor, kimi ailevi sorunlarla boğuşup, özel yaşamındaki çalkantılarla bu zorlu süreci aşma mücadelesi veriyor.

Bu ülkede doğmuş, büyümüş, eğitimin zorlu yollarından geçip, yurt dışında doktorasını yapmış, emekli bir profesör olarak yaşadıklarımı yazsam, bizim köye yol olur.
.
Ama eli kalem tutan, ülke ve toplumun sorunlarına kayıtsız kalmayan, özellikle gençlerin içinde bulunduğu çıkmazları yakından görüp, bilen bir hoca, bir baba olarak son dönemde sosyal ve ekonomik alanda yaşananlara kayıtsız kalmak da mümkün değil.

Fakat sorunları anlatmak, yazıp, çizmek çözüm getirmediği gibi, dertlerimiz de günden güne katlanarak artıyor. Kendi kendimize, “böyle olmamalıydı. Bu toplum bunu hak etmiyor. Gençlerimiz heba olup gidiyor. Bizim yaşadığımız sorunları onlar yaşamasın” diyoruz ama olmuyor. Oldurmuyorlar.

Ama her ne olursa olsun, hiçbir konuda, hiçbir şekilde gelecekten umudumu kesmiş değilim. Büyük önder Atatürk’ün dediği gibi, benim de tem umudum gençler. Düzeltirse bu dünyayı gençler düzeltecek. Çünkü onların içinde yaşanan ışığın, kör karanlıkları elbet bir gün aydınlatacağı, yaşamın üzerine sıcak bahar güneşinin doğacağına tüm kalbimle inanıyorum. Yeter ki en umutsuz, en çaresiz anlarımızda bile yaşamın sürprizlerle dolu olduğunu, bir şarkının, bir türkünün bile bizlere yaşama sevinci aşılayacağını unutmayalım.

YORUMLAR

  • 0 Yorum