Kalbim Rize'de kaldı
Ege’nin kıyısından Karadeniz’in kalbine uzanan dört günlük bir yolculuk… Çayın, sisin ve dostluğun izinde; Rize’nin ruhuna dokunan, doğasında kaybolup kendini bulan bir masalın içinden geçen gerçek bir hikâye. Sezen Aksu'nun 'Kalbim Ege'de kaldı' şarkısı Rize için de geçerli bence..

10 Mayıs 2025 - 12:25 - Güncelleme: 10 Mayıs 2025 - 12:45
HASAN ÇÖLMEKÇİ YAZDI
Her şehrin bir sesi vardır. Kimisi yüksek sesle konuşur, kimisi ise sessizce anlatır kendini.
Rize, o nadir şehirlerden biri…
Sadece sesiyle değil, nefesiyle, kokusuyla, gözlerinin içine bakarak konuşur insanla.
Ve ben o sesi duymaya gittim. Gittim diyorum ama aslında hep oradaydım. Çünkü bazı yerler insanın içinde yaşar, uzun zaman önce yerleşmiş gibi.
İzmir’den yola çıkarken Ege’nin tuzlu rüzgârı kulaklarımda uğulduyordu, ama Rize’ye vardığımda o rüzgâr yerini sisin fısıltısına, yağmurun sebatına, taşın direncine ve çayın sıcaklığına bıraktı.

Bu özel gezi, Rize Valiliği ve Ege Bölgesi Rize Dernekleri Federasyonu’nun davetiyle gerçekleşti ama benim için bir resmi davetten çok daha fazlasıydı. Bu, içimdeki Rizeliye bir kavuşmaydı.
RİZE BİZİ DİNLEDİ, BİZ RİZE’Yİ DİNLEDİK
4 gün boyunca Rize’nin kalbinde dolaştık. Muhteşem ambiansıyla Ramada Otel'de konakladık. Teimizel ailesi memleketlerine şahane bir tesis kazandırmış.
Ayder Yaylası’nda sisin içinden çıkan dağlar sadece gözlerimizin değil, ruhumuzun da önüne serildi.
Fırtına Vadisi’nde suyun akışı bize geçmişin şarkısını söyledi. Zil Kale’nin yüzyıllık taşlarıyla konuşmayı öğrendik.

Çay Çarşısı’nda sıra sıra dükkanlar… Değirmen’in sahibi Emin Yıldız’ın Karadeniz şivesiyle anlattıkları, samimiyeti bizi etkiledi.

Ama bu gezinin en özel duraklarından biri kuşkusuz Çayeli Yaşam Müzesi oldu. Genel Müdür Hasan Önder, bu müzenin yaratıcılarından. Dünyanın en büyük çay bardağının içindeki müzede geçmişin kokusu vardı; bir sobanın etrafında anlatılan hikâyeler gibi sıcaktı her köşe.

Ardından Çay Araştırma ve Uygulama Merkezi ÇAYMER’de çayın toprağa düşen ilk damlasından bardağa uzanan yolculuğuna tanıklık ettik. ÇAYMER Genel Müdürü Teoman Küçükmustafa’nın zarif ev sahipliğiyle, çayın sadece bir içecek değil, bir yaşam kültürü olduğunu daha derinden hissettik.

Rize Kalesi’nde ayaklarımızın altına serilen manzara, zamanın nasıl da sabırla şekil verdiğini anlatıyordu.
Ama belki de en çok etkileyen yer, Çeçeva oldu. O yemyeşil yamaçta, dünyanın en huzurlu çay bahçesinde otururken, sadece bir fincan çay değil, içimizdeki karmaşayı da yudum yudum dindirdik.

Her sabah yeniden başlayan bu keşif, aynı zamanda bir iç yolculuktu.
Kimi zaman Manle Şelalesi’nin kıyısında sadece suyun sesini dinledik, kimi zaman Ridos Termal Tesisleri’nin dinginliğinde bedenimizi ve zihnimizi bıraktık şifanın ellerine.
DAMAKTA KALAN ANILAR
Geziler mekânlarla hatırlanır ama lezzetlerle özlenir. Yöresel yemekler, Karadeniz’in sofrasını değil, kültürünü de serdi önümüze. Çayeli’nin Lale’sinde yediğim kuru fasulye, sadece bir yemek değil; çocukluğumdan kalma bir anı gibiydi. Ayder Restoran’da ise dostlukla yoğrulmuş bir misafirperverlik vardı. O masada ne yediysek, içimize de aynı sıcaklıkla sindi.

KARLAR ARASINDA BİR SESSİZLİK: FLORA HANDÜZÜ
Flora Handüzü’nde geçirdiğimiz gece ise bambaşkaydı. Karlar altında gömülmüş sessiz bir dünya… Bungalov evlerde kaldık; odalarda şömine, dışarıda tipi, içeride huzur vardı. Doğayla bu kadar iç içe, ama bir o kadar da konforlu bir yerde olmak, turizmin Rize’de ne kadar yenilikçi ve zarif bir şekilde geliştiğini gösterdi bana.
Burada yalnızca konaklamadık, içimize sindirdik doğayı. Şehirden, gürültüden, koşturmadan sıyrılıp karlar arasında başka bir zaman dilimine geçtik sanki. Sahiplerinden Enes bey, Genel Müdürü Can bey ile bizi dost gibi ağırladı.

RAMAZAN’IN SESSİZ IŞIĞI
Üç günü Ramazan ayında geçirdik. Her iftar, her sahur bir ritüel gibiydi. Oruçla gelen dinginlik, şehrin doğasıyla öyle güzel örtüşüyordu ki, her akşam gökyüzüne bakarken içimizden geçen tek şey şükürdü. Bu manevi atmosfer, gezinin ruhunu derinleştirdi. Geceleri sessizliğe bürünen vadiler, ay ışığında parlayan çatılar ve bir lokmanın bile değerini artıran o içsel yolculuk…

YOLUN KENDİSİ HATIRADIR
Verçenik Turizm’in kurucularından Süleyman Ülgen’in samimi gülümsemesi hâlâ aklımda. Ülgen, sıcak tebessümü ve tevazusuyla adeta Rize’nin kendisi gibiydi: içten, doğrudan ve yormayan bir zarafetle… Rehberimiz Nalan Kösoğlu, anlattıklarıyla coğrafyayı dile getirdi. Tarihi bir kitap gibi açtı önümüze Rize’yi; taşların, köprülerin, yaylaların dile geldiği bir kitap…Kösoğlu’nun anlattıklarıyla taşlar dile geldi, köprüler yürüdü, vadiler konuştu. Her yeni durakta sadece bir yer değil, bir hayat hikâyesiyle tanıştık.

RİZE’NİN SESİ PROTOKOLDEN DE YÜKSELİYOR
Rize Valisi Sayın İhsan Selim Baydaş’ın konuşmasında yalnızca bir vizyon değil, bir gönül vardı. “Rize sadece çayın değil, turizmin de başkenti olmalı,” dediğinde, biz bunu zaten hissetmiş, yaşamıştık. Rize Belediye Başkanı Sayın Rahmi Metin’in ise kentin dijital çağda kendini nasıl anlatması gerektiğine dair sunduğu fikirler, şehirle temasımızı güçlendirdi.

RİZE, KALBİME YASLANDI
Göz göze geldik Rize’yle. Ne ben ona göz kırptım, ne o benden kaçtı. Aramızda bir sessizlik dili oluştu. Ben konuştum, o dinledi. O susunca ben anladım.
Dönüş yolunda anladım ki, bu dört gün yalnızca bir seyahat değil, içimde derinlere inen bir keşifti. Bazen gözümü kapattığımda hâlâ o suyun sesi geliyor kulağıma, bir yerlerde çayın buğusu yükseliyor burnuma, bir Rizeli tebessümü beliriyor zihnimde.
İşte Rize…
Bir masal gibi ama uyanınca da kalan türden.
Bir rüya gibi ama uyurken değil, yaşarken görülen cinsten…
Her şehrin bir sesi vardır. Kimisi yüksek sesle konuşur, kimisi ise sessizce anlatır kendini.
Rize, o nadir şehirlerden biri…
Sadece sesiyle değil, nefesiyle, kokusuyla, gözlerinin içine bakarak konuşur insanla.
Ve ben o sesi duymaya gittim. Gittim diyorum ama aslında hep oradaydım. Çünkü bazı yerler insanın içinde yaşar, uzun zaman önce yerleşmiş gibi.
İzmir’den yola çıkarken Ege’nin tuzlu rüzgârı kulaklarımda uğulduyordu, ama Rize’ye vardığımda o rüzgâr yerini sisin fısıltısına, yağmurun sebatına, taşın direncine ve çayın sıcaklığına bıraktı.

Bu özel gezi, Rize Valiliği ve Ege Bölgesi Rize Dernekleri Federasyonu’nun davetiyle gerçekleşti ama benim için bir resmi davetten çok daha fazlasıydı. Bu, içimdeki Rizeliye bir kavuşmaydı.
RİZE BİZİ DİNLEDİ, BİZ RİZE’Yİ DİNLEDİK
4 gün boyunca Rize’nin kalbinde dolaştık. Muhteşem ambiansıyla Ramada Otel'de konakladık. Teimizel ailesi memleketlerine şahane bir tesis kazandırmış.
Ayder Yaylası’nda sisin içinden çıkan dağlar sadece gözlerimizin değil, ruhumuzun da önüne serildi.
Fırtına Vadisi’nde suyun akışı bize geçmişin şarkısını söyledi. Zil Kale’nin yüzyıllık taşlarıyla konuşmayı öğrendik.

Çay Çarşısı’nda sıra sıra dükkanlar… Değirmen’in sahibi Emin Yıldız’ın Karadeniz şivesiyle anlattıkları, samimiyeti bizi etkiledi.

Ama bu gezinin en özel duraklarından biri kuşkusuz Çayeli Yaşam Müzesi oldu. Genel Müdür Hasan Önder, bu müzenin yaratıcılarından. Dünyanın en büyük çay bardağının içindeki müzede geçmişin kokusu vardı; bir sobanın etrafında anlatılan hikâyeler gibi sıcaktı her köşe.

Ardından Çay Araştırma ve Uygulama Merkezi ÇAYMER’de çayın toprağa düşen ilk damlasından bardağa uzanan yolculuğuna tanıklık ettik. ÇAYMER Genel Müdürü Teoman Küçükmustafa’nın zarif ev sahipliğiyle, çayın sadece bir içecek değil, bir yaşam kültürü olduğunu daha derinden hissettik.

Rize Kalesi’nde ayaklarımızın altına serilen manzara, zamanın nasıl da sabırla şekil verdiğini anlatıyordu.
Ama belki de en çok etkileyen yer, Çeçeva oldu. O yemyeşil yamaçta, dünyanın en huzurlu çay bahçesinde otururken, sadece bir fincan çay değil, içimizdeki karmaşayı da yudum yudum dindirdik.

Her sabah yeniden başlayan bu keşif, aynı zamanda bir iç yolculuktu.
Kimi zaman Manle Şelalesi’nin kıyısında sadece suyun sesini dinledik, kimi zaman Ridos Termal Tesisleri’nin dinginliğinde bedenimizi ve zihnimizi bıraktık şifanın ellerine.
DAMAKTA KALAN ANILAR
Geziler mekânlarla hatırlanır ama lezzetlerle özlenir. Yöresel yemekler, Karadeniz’in sofrasını değil, kültürünü de serdi önümüze. Çayeli’nin Lale’sinde yediğim kuru fasulye, sadece bir yemek değil; çocukluğumdan kalma bir anı gibiydi. Ayder Restoran’da ise dostlukla yoğrulmuş bir misafirperverlik vardı. O masada ne yediysek, içimize de aynı sıcaklıkla sindi.

KARLAR ARASINDA BİR SESSİZLİK: FLORA HANDÜZÜ
Flora Handüzü’nde geçirdiğimiz gece ise bambaşkaydı. Karlar altında gömülmüş sessiz bir dünya… Bungalov evlerde kaldık; odalarda şömine, dışarıda tipi, içeride huzur vardı. Doğayla bu kadar iç içe, ama bir o kadar da konforlu bir yerde olmak, turizmin Rize’de ne kadar yenilikçi ve zarif bir şekilde geliştiğini gösterdi bana.
Burada yalnızca konaklamadık, içimize sindirdik doğayı. Şehirden, gürültüden, koşturmadan sıyrılıp karlar arasında başka bir zaman dilimine geçtik sanki. Sahiplerinden Enes bey, Genel Müdürü Can bey ile bizi dost gibi ağırladı.

RAMAZAN’IN SESSİZ IŞIĞI
Üç günü Ramazan ayında geçirdik. Her iftar, her sahur bir ritüel gibiydi. Oruçla gelen dinginlik, şehrin doğasıyla öyle güzel örtüşüyordu ki, her akşam gökyüzüne bakarken içimizden geçen tek şey şükürdü. Bu manevi atmosfer, gezinin ruhunu derinleştirdi. Geceleri sessizliğe bürünen vadiler, ay ışığında parlayan çatılar ve bir lokmanın bile değerini artıran o içsel yolculuk…

YOLUN KENDİSİ HATIRADIR
Verçenik Turizm’in kurucularından Süleyman Ülgen’in samimi gülümsemesi hâlâ aklımda. Ülgen, sıcak tebessümü ve tevazusuyla adeta Rize’nin kendisi gibiydi: içten, doğrudan ve yormayan bir zarafetle… Rehberimiz Nalan Kösoğlu, anlattıklarıyla coğrafyayı dile getirdi. Tarihi bir kitap gibi açtı önümüze Rize’yi; taşların, köprülerin, yaylaların dile geldiği bir kitap…Kösoğlu’nun anlattıklarıyla taşlar dile geldi, köprüler yürüdü, vadiler konuştu. Her yeni durakta sadece bir yer değil, bir hayat hikâyesiyle tanıştık.

RİZE’NİN SESİ PROTOKOLDEN DE YÜKSELİYOR
Rize Valisi Sayın İhsan Selim Baydaş’ın konuşmasında yalnızca bir vizyon değil, bir gönül vardı. “Rize sadece çayın değil, turizmin de başkenti olmalı,” dediğinde, biz bunu zaten hissetmiş, yaşamıştık. Rize Belediye Başkanı Sayın Rahmi Metin’in ise kentin dijital çağda kendini nasıl anlatması gerektiğine dair sunduğu fikirler, şehirle temasımızı güçlendirdi.

RİZE, KALBİME YASLANDI
Göz göze geldik Rize’yle. Ne ben ona göz kırptım, ne o benden kaçtı. Aramızda bir sessizlik dili oluştu. Ben konuştum, o dinledi. O susunca ben anladım.
Dönüş yolunda anladım ki, bu dört gün yalnızca bir seyahat değil, içimde derinlere inen bir keşifti. Bazen gözümü kapattığımda hâlâ o suyun sesi geliyor kulağıma, bir yerlerde çayın buğusu yükseliyor burnuma, bir Rizeli tebessümü beliriyor zihnimde.
İşte Rize…
Bir masal gibi ama uyanınca da kalan türden.
Bir rüya gibi ama uyurken değil, yaşarken görülen cinsten…
YORUMLAR