Ürdün'ün etkileyici güzelliği

Hem hafta sonumu değerlendirmek hem de dünyanın en önemli kültür miraslarından biri olan Petra şehri kalıntılarını, Vadi Rum'u ve Amman'ı görmek için kısa bir kaçamak yaparak Ürdün'e gittim. 

Yıllardır resimlerine hayran hayran baktığım görsel şölenlerin ülkesi Ürdün ile tanışmam, bu yıla kısmetmiş. Hani ne derler "geç olsun, güç olmasın". Biraz geç ve kısa oldu ama iyi oldu.
Ürdün benim için öyle özellikli bir gezi oldu ki her ayrıntısı aklıma kazındı.
Abartmıyorum, bu zamana kadar gittiğim yerler arasında bu güzel ülkeyi en üst sıralara koyarım. Bu ülkenin güzelliklerinin ötesinde insanları da bana çok iyi geldi. Turizm politikası gereği mi bilmiyorum, ama her zaman bir güler yüz ve yardımseverlikle karşılaştım. Kiraladığım aracı durduran her polis, Türk olduğumu öğrenince "buyur geç", "hoşgeldin" dedi.



Amman'ın modern nefesi, tarihin ruhu ile buluşuyor

Ürdün gezimi, başkent Amman'daki modern hayatın ve tarihin iç içe geçtiği bu güzel şehirde başlattım. Amman'a adım attığınızda modern binaların yükseldiği bu kentte, tarihle iç içe olduğunuzu hissediyorsunuz. Eski şehir ve modern kesimler arasında gidip gelirken, sadece mekanları değil, insanların güleryüzlerini de keşfettim. Souk denilen eski çarşının sokaklarında dolaşırken, sokak lezzetlerini tatma fırsatım oldu. Farklı tatlar, farklı kokular... Bu sokaklar, Amman'ın kalbinin atışını size hissettiriyor.
Amman Ürdün’ün başkenti. Güzel ve modern bir havaalanı var. Havalimanından şehir 25 km. Taksi veya UBER ile 25-30 euro istiyorlar, ben günlüğü 40 eurodan SUV otomobil kiraladım. Bu bana çok daha hesaplı bir seçim  oldu.
Amman gezime başkente 65 km mesafedeki The Baptism Site Of Jesus Christ olarak bilinen Hz İsa’nın vaftiz olduğu yerden başladım. Hz Yahya ile Hz İsa'nın karşılaştığı ve Hz Yahya’nın İsa peygamberi övüp, vaftiz ettiği (yıkadığı) alan olduğu için hristiyanlar için çok önemli.



Burası Ürdün ile İsrail sınırları arasındaki Şeria nehri kıyısında olan, etrafı kiliselerle çevrili bir bölge. Nehir sınır olduğu için aynı bölgede bir tarafta biz Ürdün'de ziyaretlerimizi yaparken; hemen karşıda İsrail tarafında rahiplerden oluşan koro eşliğinde 50-60 hacı adayı göze çarpıyor. Bu bölgeden çok etkilendiğimi söyleyebilirim.
Sanki mistik bir ruh sizi içine çekiyor. Ürdün tarafındaki bölgede küçük bir kilise mevcut. Gene bu yönde tarihi bir kilisenin mozaiklerini görebiliyorsunuz.



Amman’a dönüşte eski çarşı olan Souk'a gittim. Burada bir esnaf lokantasına girip oturanlara selam verdim. Hemen güleryüzle selamımı alıp masalarına davet ettiler. 70 yaşlarındaki Ürdünlü Ali bey ve eşi ile çatpat muhabbet ettik, sağolsun yediğim yemeği ısrarla ikram etti.
Oradan Kral Hüseyin Camii’sini ziyarete gittim. Bana öyle aman aman bir yapı gibi gelmedi. Şehir iki bölümden oluşuyor, eski şehir ve yeni modern şehir. Bu iki ayrı bölgede yaşayanların sosyal statüleri de farklı. Çok güzel ve tarihi bir kafehaneye girip güzel bir Türk kahvesi içtim. Oradan da Citadal tepesine çıktım. Eski Roma ve Bizans dönemi kalıntıları olan bu tepeden şehrin manzarası bir harika. Akşam bulunduğum hotelin çevresinde yaklaşık 25-30 restoran olduğu halde yemek yiyecek yer bulamadım. Nedeni, hemen hemen bütün restoranlar fast-food, Amerikanvari hamburger, pizza vb türden. Ben Ürdün yemeği yiyeceğim ama bulamadım. Nedeni ise şöyle izah edildi:
"İnsanlar zaten evlerinde annelerinin ya da eşlerinin yaptığı yemeği yiyor, dışarda farklı şeyler yemek istiyorla."
Biraz moral bozukluğu, biraz hayal kırıklığı ile yedik bişeyler. Ama yine de dolu dolu bir günü kapattık.



Petra'nın taşlara fısıldadığı hikayeler...

Gezimin ikinci günü istikamet Petra dedik ve kırdık direksiyonumuzu 3 saatlik Vadi Musa yoluna. Yol hikayesinden önce Petra'yı anlatayım.
Ürdün Haşimi Krallığı'nın başkenti Amman'dan 235 km güneyde, engebeli çöl kanyonları ve dağlar arasında bulunan Petra, günümüzde bir açık hava müzesi olarak ziyaretçilere açık. Kapadokya'ya benzettiğim bu şehir, dünyanın en güzel insan medeniyeti hazinelerinden biri. Yunanca kaya anlamındaki "petros" kelimesinden adını alan Petra, Ürdün'ün güneybatısında bulunan ve tarih sayfalarında oldukça önemli bir yere sahip olan antik kenttir.



Kızıldeniz ve Ölüdeniz arasındaki Büyük Rift Vadisi'nde bulunan bu antik şehrin tarihi ise Paleolitik ve Neolitik dönemlere kadar uzanmaktadır. Günümüzde dünyanın en önemli arkeolojik alanlarından biri olarak kabul edilen bölgenin ilk sakinlerinin de MÖ 1200 civarlarında bölgeyi işgal eden Edomitler olduğu söylenmektedir.
Petra'nın kuruluşu ise MÖ 300'lü yılların başlangıcında bir Arap Bedevi kabilesi olan Nebatiler tarafından gerçekleştirilmiş. MÖ 400 ve MS 106 yıllarına kadar Nebati Krallığı'nın başkenti olan şehir, bu süreç içinde döneminin en önemli ticaret merkezlerinden biri olmuş. Zaman içerisinde ise ekonomik durumlar ve doğal afetler sebebiyle şehir, çoğu yerli tarafından terk edilmiş.



Petra ile ilgili bilgilerden bir diğeri ise bölgenin Batılılar tarafından ancak 1812 yılında keşfedildiği için Kayıp Şehir olarak da bilinmesidir. Ticaretin olduğu yerde maddi ve sanatsal gelişim de oluyor. Taş oyma binalar, kıvrımlı koridorlar, su yolları, kaya içinden çıkan incir ağaçları, anıt mezarlar, yazıtlar ve daha birçok değeriyle büyüleyici bir yer.



Petra'yı gezmek için başlangıç noktası belirlediğim yer meğer en zor olan güzergahmış.. Normalde turistler hemen şehrin yanındaki ana girişten Petra'ya girip geziyor ama biz tersini yaptık. Ali Mashaleh isimli rehber ile tanışıp nasıl iyi bir tur yapabileceğimizi sordum, o da "atlayın araca" dedi ve yola çıktık.
Mashaleh’in eski jeepi ile hem dağa doğru tırmandık, hem güzel Arap ezgilerinde harika bir yolculuk yaptık. Çevremizdeki doğa bizi büyülemişti adeta. Sonunda Küçük Petra diye adlandırılan yere ulaştık. Siq al-Barid “Soğuk Kanyon” adıyla da bilinen Küçük Petra, Petra Arkeolojik alanının bir parçası aslında... Ki kenarında yükselen yine ilginç ve renkli kayalar nedeniyle güneş almadığı için muhtemelen bu adı almıştır diye düşünüyorum. Petra’nın kuzeyinde yer alan antik kent doğuya, çöle doğru açılmakta, bizim de rotamızda bu geziden sonra zaten çöller ve çölde safari vardı.
Yine arkeologlara göre muhtemel hikâyesi ise, Petra’nın ticarette zirveye çıktığı dönemlerde daha başarılı ve en zengin tüccarların, akşamları gizlice gidip eğlendikleri, ziyaretlerine gelen tüccar meslektaşlarını eğlendirdikleri bir yer. Hatta bizim rehber Mashaleh de bana önerdi, "istersen akşam burada eğlence yapalım" diye ama benim ilgimi çekmediği için kabul etmedim. Ticari ürün satmak için olduğu da barizdi zaten.



Petra'da oldukça dar bir geçitten geçilerek ulaşılan bu kuytuda kalmış gizli bölümlerde yaşam izleri fazlaca. Sonuçta Küçük Petra, çevresine kamp yapan Bedevi göçebeleri dışında binlerce yıl gizliliğini korumuş bir bölge.
Biz Küçük Petra’yı hızlıca dolaşıp, asıl gezeceğimiz Petra’ya doğru yola çıktık. Önce bir açık arazi aracı dolmuşuna binip biraz daha yolu kısalttık ve dağa tırmandık. Sonra araçtan inip başladık yaya tırmanmaya.
Ne bir yol işareti ne önümüzde bir rehber. İki ispanyol turist ve ben. Patika yolda, kah kayalara üzerinden, kah taş basamaklı yolu takip ederek dağa tırmandık. Zirvede nanılmaz güzel bir manzara ile karşılaştık. Kanyon resimlik bir tablo gibiydi. Yer yer mola için yerleri vardı ama bizim şansımıza kimseler yoktu. Hatta bir ara önümdeki yol arkadaşlarım gözden kayboldular ve ben geride kaldım.
Telefonum çekmez, internet yok, başıma bişey gelse dağ başında yapayalnızım. Hani biraz telaşlanmadım desem yalan olmaz. Nihayet 2 saat süren yorucu ama heyecanlı bir yürüyüş sonunda Petra Antik Şehri'ndeki El-Deir Manastırı'na ulaştık. Manastır'ın karşısındaki kafeteryada dinlendik, manzaranın tadını çıkardık.



Soluklanmak için hoş yerler var. Taze limon suyu ve nane ile hazırlanan içecekten mutlaka tadın. Ben bol  bol resimler çektim. Ama Petra daha yeni başlıyordu. Hala önümde uzun bir vadi ve yürüyüş yolu vardı. Açıkcası hem vakit darlığından hem de yorgunluktan dolayı bir katır kiraladım  ve yolculuğun bir kısmını katır sırtında tamamladım. Sonra yürüyüşe devam edip Qasr al-Bint, Bizans Kilisesi, Antik Tiyatro ve daha birçok harika noktayı gördük. Gezi boyunca Bedevilerle  tanıştık, onlarla sohbet ettik. Türk olduğumu öğrenince çaya davet ettiler. Trabzon'a geldiğini çok beğendiğini söyleyen bir satıcı, yakında tekrar geleceğini söyledi. Samimiyetleri ve içtenlikleri beni etkiledi.



Vadi Rum - Sonsuz Çölün Büyülü Dansı

Petra’dan sonra istikamet Vadi Rum oldu. Petra'nın 100 km güneyinde, Akabe Körfezi'ne yakın olan vadiye bir buçuk saatlik sürüşle ulaştım. Ürdün gezimin en can alıcı noktalarından biri, Vadi Rum'da geçirdiğim müthiş bir gün ve bu günde gördüklerimdi. Kahverengi, kızıl ve altın rengi kumlar arasında yükselen dağlara ev sahipliği yapan, Ürdün’ün en büyük çölü Vadi Rum, Ortadoğu coğrafyasında önemli bir turistik destinasyon olmasının yanında bir o kadar da tarihi öneme sahip bir yer. Ürdün denilince akıllara ilk Petra Antik Kenti gelse de, Vadi Rum Çölü de görülmesi gereken yerlerin başında geliyor. Burası adeta ayrı bir dünya, farklı bir gezegen. Adımınızı attığınız anda sizi hemen içine çeken muhteşem bir atmosferi var.



Gündüz ve gece, Vadi Rum'da farklı büyülere sahip. Kilometrelerce alanı kaplayan bu çölde doğanın harikulade oluşumlarını gözlemlemek insanı hayrete düşürüyor. Kızıl kum tepelerinde yürürken, kanyonların derinliklerinden geçerken doğanın kayaları nasıl mükemmel bir işçilikle şekillendirdiğini izlemek büyüleyici. 
Vadi Rum'a giriş yaptığınızda, arabanızı park edip giriş parasını ödedikten sonra, yerel rehberin kullandığı 4X4 araçla unutulmaz bir vadi turuna çıkıyorsunuz. Benim Vadi Rum'daki dolaşımım sırasında hava sıcaklığı 18°C idi ve hafif bir rüzgar esiyordu. Çöl safarisi, bu eşsiz coğrafyanın ruhunu yakalamak için olmazsa olmaz bir deneyim. Safari turları, zevkinize ve ilgi alanlarınıza göre farklı uzunluklarda olabilir. 2 saatlik, 3 saatlik, 5 saatlik veya tüm gün süren jeep safari turlarına katılabilir, hatta aynı güzergahı develerle de keşfe çıkabilirsiniz. Ben 4 saatlik bir tur seçtim ve rehberim Muhammet ile keyifli bir 4 saat geçirdim. Vadi Rum'un içinde, yerel esnafla kaynaşıp çadırlarında oturarak, onların odun ateşinde demlediği lezzetli çayları tadarken unutulmaz anılar biriktirdik.



Çölde yatan hüzünlü tarih

Vadi Rum hakkında bazı ilginç bilgiler de paylaşmak isterim. Arapları Osmanlı'lya karşı kışkırtan İngiliz ajan Arabistanlı Lawrence'ın Hicaz demir yolunda pusuya düşürdüğü bir Osmanlı treninin kalıntıları tarihin tanığı olarak bu çölde yatıyor. Vadi Rum, 1. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti ile yapılan savaşta, T.W. Lawrence ve Şerif Hüseyin'in izlediği güzergâh üzerinde yer alıyor.
"Lawrence of Arabia" filmi  burada çekilmiş.  Bu tarihî zenginlikleri keşfetmek, Vadi Rum deneyimini daha da derinleştiriyor. Ben de bu hüzünlü deneyimi görmek için vadi girişindeki terkedilmiş olan Osmanlı Tren İstasyonu'nda birkaç saat karışık duygular içinde vakit geçirdim.
Yüz yıl öncesinden kalan vagon kalıntıları beni o kadar etkiledi ki ağlamamak için kendimi zor tuttum.



Prens Faysal bin El-Hüseyin, Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu’na karşı Arap isyanı için karargahı olarak kullanılan Vadi Rum, lginç coğrafya güzelliği kadar, tarihteki rolüyle de iyi bilinen bir yer. Müslüman kılığına giren İngiliz Ajan Lawrence’in en büyük taktik başarısı, Arapların Filisti-Irak cephesinde İngiliz saflarında savaşmalarını sağlamak oldu. Şerif Hüseyin’in düzensiz ordusuna gerilla savaşı usullerini öğretti.. Örgütlenen Arap isyancılar, demir yolunu hedef almışlardı. 1917’de yapılan saldırıda Hicaz Demir Yolu'ndan hareket eden tren, havaya uçuruldu. Medine’deki Türk askerlerine gelecek yardımları engellemek uğruna binlerce müslümanı da katlettiler. O gün suikastla devrilen ve Türk askerlerinin şehit edildiği o tren, hâlâ yattığı yerde duruyor. Üstelik Suudi Arabistan ise bu treni ziyaretçilere, Osmanlı Devleti’ne karşı alınan zaferin nişanesi olarak göstermekte. Nasıl hüzünlenmez ki insan..



Arabistan'dan gelen kervan yolu üzerindeki Vadi Rum turumun bitiş çizgisinde, vadinin kapısı konumunda olan köye girdiğimde, bir kale burcu dikkatimi çekti. Rehberim Muhammed sayesinde bu yapıyı daha yakından inceledim. Yüksek duvarları ve iki burcuyla küçük bir kale görünümündeki bu karakol, Osmanlı dönemine ait tarihî bir eser olarak karşımıza çıktı. Aslında küçük bir araştırmamdan sonra çıktı diyebilirim. Rehber de tarihçesini bilmiyordu ama ben mimarisinin şeklinden bizden yani Osmanlı eseri olduğunu hissetim ve rehberden daha detaylı bilgi rica ettim. O da birkaç yaşlı tanıdığına telefon açıp sordu ve bingo! Yaşlılar orasının bir Osmanlı Karakolu olduğunu duyduklarını söylemişler. İnternet üzerinde de eski resimlerini buldum ama araştırmama rağmen bu karakol hakkında çok fazla bilgiye ulaşamadım. Umarım ilgililer, bu önemli eserin hak ettiği ilgiyi gösterir ve tarih sayfalarındaki yerini alır.



Vadi Rum'da yaşadığım bu eşsiz anılar ve keşiflerle Ürdün gezim unutulmaz bir anı olarak işaretlendi. Bu eşsiz coğrafyanın büyüsüne kapılmak, doğanın kucağında kaybolmak ve tarihin izlerini takip etmek, gezgin ruhumu besleyen deneyimlerden biri oldu.

"Çöller, hayatın en kıymetli derslerini saklar; sabır, dayanıklılık ve ahenk" der Bedevi atasözü.
Vadi Rum'da geçirdiğim zaman, bu dersleri öğrenmek ve çölün büyülü atmosferini soluyarak yaşamak için eşsiz bir fırsattı.



Vadi Rum gezimin bitişiyle Amman'a döndüm. Akşamı şehir merkezinde tesadüfen bulduğum nezih bir Ürdün lokantasında, udi bir Arap sanatçının harika müziklerini dinledim. İsteğim olan çok sevdiğim "Enta Omri’’ şarkısını birlikte söyledik. Restoran sahibi özel ikramda bulundu. Dolu dolu geçen kısa gezi zengin bir şekilde sona erdi.



Ürdün deyimlerinden biri, "Sabrın sonu selamettir" sözü gibi, bu yolculuğun sabrımıza değdiğini bir kez daha gösterdi. Bir başka deyişle, Ürdün'de her adım, bir öncekinden daha fazla değerliydi.
Ünlü gezginlerin izinde Ürdün'ü keşfetmek, adeta bir rüya gibiydi. Marco Polo'nun Doğu'ya yaptığı yolculuklar gibi, ben de Ürdün'ün sırlarını aralamak için yola çıktım. Ürdün'ün büyülü güzelliklerine tanıklık etmek, İbni Batuta'nın dünya turundaki deneyimlerini hatırlattı. Onun gibi, Ürdün'ün tarihine ve kültürüne dalmak, bir gezgin olarak en değerli anılarımdan biri oldu.
Ürdün'ün bu mistik coğrafyası, her gezginin hayalini süsleyen bir masal gibi...
Gezerek yaşamaya...