Ahmet Nesin: İşkenceci, Ali Türkşen: FETÖ sevici

Ünlü yazar Aziz Nesin'in oğlu Ahmet Nesin, ile İYİ Parti milletvekili adayı, emekli SAT Komandosu Ali Türkşen, 15 Temmuz kavgasına tutuştu. Birbirini ağır dille suçladı.

Ahmet Nesin: İşkenceci, Ali Türkşen: FETÖ sevici
06 Eylül 2019 - 23:01

Ünlü yazar Aziz Nesin'in oğlu Ahmet Nesin, Artı Gerçek adlı sitedeki yazısında hem Cumhurbaşkanı Erdoğan, hem İYİ Parti milletvekili adayı, emekli SAT Komandosu Ali Türkşen'i darbenin adamları olarak nitaledi, ağır dille suçladı.

Ali Türkşen de odatv'deki köşesinde Ahmet Nesin'i FETÖ sevici olarak niteledi. Nesin ve Türkşen'in bu yazılarını arka arkaya yayınlıyoruz:

ahmetnesin.jpg

Ahmet Nesin'in yazısı:

Bugüne değin yaşanan bütün darbe ve darbe girişimlerini en iyi bilen ekip kuşkusuz önce Amerika’dır sonra da asker. Bunun nedeni çok basittir esasında, asker istediği için darbe yapmaz, Amerika isteyince darbe olur ve bunu bir şekilde askere iletir. Peki Amerika artık askeri darbe yaptırıyor mu, hayır, daha çok sivil darbeyi tercih ediyor ve bunun da ilk deneyimi sanırım Türkiye’dir. Daha doğrusu 12 Eylül darbesidir.

Diyeceksiniz ki “12 Eylül bal gibi askeri darbedir” ve haklısınız da ama unutmayın ki, sonrasında planlanan sivil darbenin lideri Turgut Özal hem darbenin içindedir, hem nedenidir, hem de devamıdır. Yani 12 Eylül darbesi bir anlamda askeri darbeyle sivil darbenin iç içe geçtiği bir darbedir. Turgut Sunalp’in partisi sadece bir oyundur, biraz da denge kurulsun diye izin verilen bir partidir.

Doğal olarak da her zaman yazdığım gibi AKP ve Recep 'Tamam' Erdoğan sivil darbenin devamıdır. Geçtiğimiz yazılarımda da yazdığım gibi, AKP ılımlı İslam’a geçişin son noktasıydı ancak Erdoğan oyun bozanlık yaptı.

15 Temmuz 2016 gecesi Türkiye’nin yaşadığı en ilginç darbelerden biridir, bir darbe girişimi vardır ama karşı taraf da hazırlanmış, o geceyi biliyor ve karşı darbe hazırlıklarını tamamlamış durumdadır. Çok net yazıyorum, şu an kurulu Erdoğan hükümeti bir darbe hükümetidir. Erdoğan 15 Temmuz darbesinin olacağını 1.5 ay önceden bilmesine karşın engellememiş ve darbe hazırlığına başlayıp tamamlamıştır. Ve bu konuda o kadar da paranoyaktır ki, yapacağından dönemin başbakanı Binali Yıldırım’a bile haber vermez. Binali Yıldırım o gece yanındakilere “Ne darbesi kardeşim, ben çıkıp açıklama yapacağım” diyor ve yanındakiler tarafından zor ikna ediliyor. Aynı Binali Yıldırım, MİT’e telefon ediyor ve kendisine söylenen “Şimdi çok işimiz var”.

Bu darbe girişimi ve darbenin benzeri Madanoğlu darbe girişimidir, 9 Mart 1971 yılında denenmiştir ancak karşılığını o gece değil de 3 gün sonra 12 Mart 1971’de almıştır ve Deniz Gezmiş'lerin idamına, Mahir Çayan'ların, İbrahim Kaypakkaya'ların da katline neden olmuştur. 12 Mart’ta 9 Mart darbecisi Muhsin Batur ve dönemin genel kurmay başkanına hesap sorulmadığı gibi, ikisi de 12 Mart darbesinin 4 kişisinden birisidir. Aynı bugün Hulusi Akar’a hesap sorulmadığı gibi, darbeden darbeye yer değiştirmiştir Akar da.

Her darbede öne çıkan isimler olur, bu kişiler önemli kişiler midir, bazen evet, bazen de hayır, o kişilerin emirle yapmak zorunda oldukları görevler vardır ve seve seve yaparlar ve bunu da vatan borcu sanırlar. 15 Temmuz darbe girişimine karşı yapılan darbe gecesinin ilginç kişiliklerinden birisi de emekli albay Ali Türkşen’dir. Size darbe sonrası duruşmalarda Ali Türkşen’in adının nasıl geçtiğinden bir örnek vereyim, ifade TSK’dan ihraç edilen deniz binbaşı Tahsin İşlekel’e ait: “Sabah 07:00 civarında Turhan albay içeriye girdi. Bana hitaben ‘arkadaşlar her şeyi itiraf edin, yoksa arkada bekleyen profesyonel bir ekip zayıf noktanızı tespit edip ya ağzınızı burnunu kırarak, veya ailenize zarar vererek sizi konuşturur’ dedi.

Duyduklarım karşısında donup kaldım ve herhangi bir şey diyemedim. Arkadan o ekip içeri geldi. Bu ekipte emekli albay Ali Türkşen, emekli Binbaşı Emre Onat ve benim tanımadığım sert görünümlü sakallı sonradan ismini Bülent Kuru olarak öğrendiğim astsubay içeri girdiler. Nizamiye astsubayını diğer odaya aldılar.
Hiçbir şey sormadan ekip bana vurmaya başladı. İlk girdiklerinde Ali Türkşen, önce bana vurdu sonra da diğerlerinden müsade isteyerek resmi kıyafetlerimin rütbelerini eliyle söktü. ‘Bu şekilde konuşmamız daha uygun’ dedi.

Emre Onat, işkenceciler arasında anlatılıyor.

Bana hepsi vurduktan sonra bir boş kağıt verdiler. ‘5 dakika sonra geleceğiz, kimler vardı yazacaksın, dolmamış olursa aileni rahatsız ederiz’ dediler. Ben ne yazacağımı düşündüm. Ben o gün birlikte olan Özay Cödel Yüzbaşı, Murat Çetinkaya binbaşının isimlerini yazdım. Çünkü bölükte o gün onları görmüştüm. Ben askerlerle toplantıda iken kimlerin çıktığını görmediğim için kimsenin adını yazamadım. Dayak yemenin verdiği duygularla kağıdı da boş bırakmama gayretiyle o gün nöbetçi olan personel kim ise hepsinin ismini yazdım. 4-5 kişi oldu.

Ali Türkşen albay bu kez elinde bıçakla geldi. Emre Onat’ın da elinde bıçak vardı.

Emre bıçağı boynuma dayadı. Ali ise elimi bıçakla kanattı. Ben boynumdaki bıçağa müdahale etmeye çalıştım. Ne yapabilirsin ki diye bana cevap verdiler. Kağıdın dolmadığından bahisle bana kızdılar. Birkaç tur daha bu şekilde girip çıktılar.

Turdan sonra emekli olduğunu düşündüğüm kıvırcık saçlı bir astsubay ile Ali Türkşen içeri girdi. Masada oturduğum yerden beni çağırdı. ‘Odanın ortasında çök’ dedi. Astsubay beni ellerimden ve ayaklarımdan bağladı. Ellerimi ve ayaklarımı birbirine bağladı. Ellerim ayaklarım arkadan bağlı domuz bağı beni yüz üstü yere yatırdılar. 
Bacağınızı oynattığınızda kolunuz, kolunuzu oynattığınızda bacağınız acıyacak şekilde bağladılar. Suratım yerdeydi. ‘Tuvalete de gidemez. Altına yapsın’ dediler.
Saat başı beni kontrol ederek Cumartesi sabah saat 08:00 civarında bağladılar. Gece 24:00 civarında çözdüler tuvalete gidip geldim. Tuvalete gidip geldikten sonra tekrar bağladılar. Turhan albay benim halime acıdı. ‘Elleriyle ayaklarının arasındaki bağı çözerek sandalyeye oturt’ diye kıvırcık astsubaya söyledi.

Saat başı gündüz kontrollerde bana geldiklerinde benim ‘F…’cü olduğuma dair itirafta bulunmamı istediler. Ben de kabul etmedim. Kabul etmeyince tekme ve yumruk yiyordum. Canım çok yandığı için belli bir süre sonra ‘ne diyorsanız o olsun’ dedim.

Gece 01:00 ile 07:00 arasında sandalyede bağlı kaldım. Sadece bir bardak su verdiler. Bir dilim de kuru ekmek verdiler. Suya ilaç koyduklarını söyleyip, iyi uykular dediler. 17 Temmuz sabahı saat 07_00'de gözlerimizi ve ağzımızı bağladılar. Kafamızı duvarlara vurarak nizamiyeye götürdüler. Orada savcının gelmesini beklediklerini söylediler. 2 saat kadar orada bekledik. Nizamiyeye polis geldi. Gözlerimi açtılar. Beykoz ilçe emniyet müdürlüğüne götürdüler. Burada da özel harekat polisinin dayağına maruz kaldık. Oradan Vatan nezaretine götürdüler. Bir süre de orada nezarette kaldım. 2-3 gün sonra Çağlayan Adliyesine sevk edildim. Tutuklandım…”

Aynı Ali Türkşen şimdi de yurt dışına kaçan Fethullah Gülencilerin Artı Gerçek, Diken, T24 ve Aktif Haber’in kullandığını iddia ederek bir liste yayınladı. Listede ilginç isimler var bunlardan birisi de 15 Temmuz gecesi köprüde boğazı kesilerek katledilen askerin ablası. Tepki üzerine ilk olarak Türkşen özür diliyor:

Daha çok özür dileyeceksin Ali Türkşen, emekli olmana karşın o gece nasıl askeriyeye girdiğinden yargılandığında da söylenen işkencelerden dolayı da özür dileyeceksin. Bir sonraki yazımda da Ali Türkşen’in askeriyeye nasıl kaçak girdiğini ve hangi botu kullandığını yazacağım. Komandodan gazeteci olmaya çalışırsan böyle eline yüzüne bulaştırır rezil olursun ve sonunda “Bana iletilen bir listeydi” der ve hepsini geri çekersin.

....

aliturksen.jpgAli Türkşen'in yazısı:

Tanımadığım biri hakkında bilgi sahibi olmak istediğimde hemen Ekşi Sözlük’ü açıyorum. Birkaç entry sonra kimin kim olduğu çıkıyor ortaya. Ahmet Nesin birkaç zamandır kafayı taktı bana. O da mı yoksa ağlak, sümüklü “FETÖcü sevici”lerden? “Kim ola ki bu?” diye girdim Ekşi Sözlük’e, 2008 yılında girilen ikinci entry’de şöyle yazıyor:

“Aziz Nesin’in anılarında ve mektuplarında sık sık adı, ‘Ne olacak bu Ahmet, durumu beni çok üzüyor,’ şeklinde geçer.”

Yazanın yalancısıyım diyeceğim ama 2008’den bu yana Ahmet’in hali hala çok vahim. Belli ki doğru bir tespit.

Girişi neden Ahmet Nesin ile yaptım anlatayım. 2007 yılında başlayan Ergenekon kumpasından, 15 Temmuz 2016 tarihine kadar, yanımızda yöremizde hayalet olarak dolaşan “FETÖcü”lerle mücadelemiz yetmezmiş gibi şimdi bir de sonrada “FETÖcü sevici olanlar çıktı başımıza. Bu iki türü tanımlamadan yazının anlam bütünlüğü kaybolacağından önce tanımlardan başlayalım.

 

NE OLDUYSA “AZ KALDI, GELİYORUZ” DİYORLAR

“FETÖcü” nedir, onu biliyoruz artık. Yıllarca devletin kılcal damarlarında sinsice barınan, yetim hakkı yiyen, devletten maaşlı ve devletin her kademesine sızmış hain bir kesim.

Dünya tarihine geçecek özellikleri var. Sinsiler. İnsanlara iftira atmak, yalan söylemek, özür dilerim yalanın tillahını söylemek, insanların en mahrem bilgilerini dahi toplayarak fişleme yapmak, her türlü hile hurda, soru çalma, adam yerleştirme, inkar, işkence, cinayet, yöntemlerinin en temel olanları.

Son derece korkaklar.

Elebaşları hapiste, kalanlardan sokakta görebileceğiniz kimse yok. Şu aralar klavye arkasında yaşıyorlar. Önemli bir kısmı 15 Temmuz sonrası yurtdışına kaçtı ya da hiç dönmedi. Yüzsüz, şerefsiz, haysiyetsiz, ahlaksız, vicdansız, acımasız, katil ve yine de sümüklü, ağlak bir grup. Hoca efendilerinin sözünden milim dışarı çıkmazlar. Çakal sürüsü gibi yaşarlar. Bir araya gelince ulurlar. Biraz üstlerine gittin mi, kaçacak delik ararlar.

Bu aralar ne olduysa, hepsi saklandıkları deliklerden kafalarını kaldırıp; “az kaldı, geliyoruz, hukuk, demokrasi, mazlumların ahı” falan gibi laflar etmeye başladılar.

Beni de çok sever keratalar. Bir gün olsun eksikliklerini hissetmedim sosyal medyada, canlarım benim. Hatırımı sormadan, bir iki sallamadan gün geçirmiyorlar. En olmadık tweet’ime bile yorum yapmazlarsa üzülüyorum falan sanıyorlar herhalde. Kim olduğunu az çok tahmin ettiğim Aziz Gregorius (@BirHi14) diye FETÖcü bir hesapla oynaşıyoruz bir iki gün önce. Peşine Ahmet Selim Günay (@AhmetSelimGnay1) diye başka bir FETÖcü hesap başladı hakkımda yayım yapmaya. Bu hesapların takipçileri ve gönderilerinin beğeni sayısı fazla olmuyor genelde. Üzülüyorum bu kadar gayretin boşa gitmesine ve yardımcı olmak için soruyorum bazen:

“Retweet yapayım mı? İster misiniz?” diye.

Bozuluyorlar sonra, küsüyorlar, kalpleri daha fazla kırılmasın diye uzatmıyorum ben de.

 

BU AZGINLIK HİÇ HAYRA ALAMET DEĞİL

Tam bu gayreti görüp “Ne oluyoruz?” demeye kalmadan, Odatv her zamanki gibi harika bir makale yayınladı; “Twitter’daki Fethullahçı askerler kimleri nasıl tehdit ediyorlar? Hesap hesap Twitter’daki Fethullahçı askerler,” başlıklı. Kambersiz düğün olmaz, Ali Türkşen’in adı da bolca geçiyor. Hiç kapanmayan FETÖcü avlama mevsiminin hararetli bir akşamında, bir hata yaparak, bir WhatsApp grubundan gelen, kaynağını bilmediğim, açıkçası her bir satırını da kontrol etmediğim bir listeyi, halkımızın bilgilenmesi adına sosyal medya hesaplarımda paylaştım. Ne kimin hazırladığını sordum, ne de bunun bir önemi var artık. Yayımlayan ben olduğuma göre bütün vicdani ve hukuki sorumluluğu bana aittir. Gece geç yayınladığım listeyi sabah kaldırdığımda iş işten geçmişti. Büyük oranda FETÖcü ve FETÖcü sever barındıran listede gönlünü kırabileceğimi düşündüğüm birkaç kişiden hem sosyal medya hesaplarımdan hem de özelden özür diledim. Tekrar söylüyorum, yaptığım hataydı, özür de diledim, hatamın hukuki sorumluluğunu da kabul ediyorum.

Peki gerçek FETÖcü ve FETÖseverler ne yaptılar, bu özrün ardından. Sanki bu milletin kanını emen kendileri değil, yıllarca bu millete yapmadıklarını bırakmayan onlar değil, FETÖ’yü her fırsatta öven kendileri değil, 15 Temmuz’da halkın üstüne mermileri boşaltanlarla alakaları yok, yıllarca hayalet gibi peşimizde dolaşıp binlerce masumu işinden gücünden edip hapis yatıran bunlar değil, Ali Tatar’ın, Cem Aziz Çakmak’ın, Berk Erden’in, Murat Özenalp’in ölümlerinin ardından zil takıp oynayan bunlar değilmiş gibi azdıkça azdılar.

“Hukukmuş, korkmuyorlarmış, sonuna kadar mücadele edeceklermiş” falan filan. Neyine güveniyor bunlar bilmiyorum ama bu azgınlık hiç hayra alamet değil, halkımızın da bunu bilmesini istiyorum. FETÖcü tam da bu işte. Kendi her yaptığını hak gören, kendine yapıldığındaysa avazı çıktığı kadar bağıran ağlak, sümüklü, korkak, hain bir kitle. “Biz yapacağımızı yapacağız ama siz buna bir tepki vermeyeceksiniz,” diyorlar kısaca.

 

O AĞLAK, SÜMÜKLÜ BİNBAŞI NELER YAPTI BİLİYOR MUSUN

Gelelim ikinci tanım olan “FETÖcü sevici”ye. Bu FETÖcü seviciler, genelde marjinal olma çabası içinde, asker düşmanı, daha önce bizler yargılanırken zevkten dört köşe olmuş, demokrasi, hak, hukuk falan filan sözlerini dilinden düşürmeyen, FETÖcüleri masum barış elçileri gibi gösteren, FETÖcülerin namlularından gül attıklarını falan sanan, bunların her dediklerini değişmez gerçek olarak kabul eden, “Ah zavallı insanlar ne acılar çekmiş” kafasına sahip, 15 Temmuz’u kabul etmeyen, benim açımdan da FETÖcülerden zerre farkı olmayan bir güruh. Ağababalarından ikisi şu anda hapiste ki bir zamanlar aynen onlar da bu kafadaydı.

İşte yazının başlığına konu Ahmet Nesin de bu “FETÖcü sevici”lerden olmak için gayret gösteriyor. Hak, hukuk, adalet, falan filanla derdi olsa, eskiden sesini daha gür çıkarırdı. O da değil.

Peki ne o zaman? FETÖcü olacak birine benzemiyor ama bildiğin düz “FETÖcü sevici.” Ağlak, sümüklü bir bebenin mahkeme tutanaklarını almış, satır satır yayınlamayı gazetecilik başarısı sanıyor.

Twitter’dan takip ediyordun beni Ahmet. Her yerde e-mail adresim var. Başka sosyal medya hesaplarım hep iletişime açık. Dış kapının dış mandalı binlerce kişi mesaj attı bugüne kadar, hepsine cevap verdim de bir sana mı cevap vermedim Ahmet?

Arayıp sordun mu? “Hakkınızda böyle bir iddia var, ne diyorsunuz?” dedin de cevap mı vermedim ben sana Ahmet? Bu nasıl gazetecilik Ahmet? Dur bak ben sana, mal bulmuş mağribi gibi sarıldığın o ithamın sahibinin ne yaptığını anlatayım Ahmet.

15 Temmuz’da Akıncı üssünde kullanılan ve halkımızı şehit eden hainlerin elindeki silahlar oraya nereden gitti biliyor musun Ahmet? Neredeyse tamamına yakını SAT Grup Komutanlığı’ndan. Peki o gün SAT Grup Komutanlığının Nöbetçi Amiri kimdi biliyor musun Ahmet? İftiralarının her bir satırını büyük bir gazetecilik başarısıymış gibi yayınladığın o ağlak, sümüklü binbaşıydı Ahmet! Nöbet nedir bilir misin sen Ahmet? Bilmezsin. Nöbet namustur Ahmet. Senin o hiç bilmediğin ve bilmeyeceğin, vatan, millet ve bayrak sevgisi uğruna yerine getirilen kutsal bir vazifedir Ahmet.

Peki senin o sümüklü, ağlak binbaşın nöbeti sırasında ne yaptı biliyor musun Ahmet? Öteki FETÖcü hain SAT’lar vatandaşlarımızı şehit edecek cephaneyi ve silahları çalabilsin diye tüm askerleri, cephanelik ve silahlık nöbetçileri dahil yangın talimi yaptıracağım diye spor salonuna toplayıp üzerlerine kapıyı kilitledi Ahmet.

Peki senin bundan haberin var mı, varsa da önemi var mı Ahmet? Elbette yok Ahmet. Çünkü sen, ağlak, sümüklü FETÖcü seven bir “FETÖcü sever”sin Ahmet.

 

...

 

Sen FETÖcülerin bir tane doğrunun yanına bin tane yalan yamayıp konuştuklarını bilmeyecek seviyede bir gazeteci misin Ahmet?

Anlattığım hainliği yapan çakal, mahkemede mi yalan söylemeyecek Ahmet?

Açıp sordun mu bana; “Bu adamın dediklerinin doğruluğu var mı?” diye Ahmet? Sormazsın Ahmet.

Çünkü o zaman kafandaki hikayen güzelliğini yitirir Ahmet. Çünkü o zaman sen, hiç bilemeyeceğin vatan, millet, bayrak sevgisi uğrunda, emekli olsa bile canını vermeye hazır bir adamı desteklemiş olursun Ahmet. Bu da senin kendini inkarın olur ki, onu da yapmazsın elbette Ahmet.

 

YA BİZ KAZANACAĞIZ YA DA BİZ

Değerli okur. Şu anda ülkemiz öyle ya da böyle bir savaş içerisinde. Ne yazık ki bu savaş devletin tüm birimlerinde homojen bir biçimde sürdürülmüyor. Üzücü olan bu.

Her zaman yanında durduğum ve FETÖ ile alakası olmadığı halde haksızlığa uğramış binlerce insan var. Bunun yanında FETÖ ile ilintisi olduğu bilinen ya da akrabası olan da bir çok devlet görevlisi. Bu elbet hak değil. Bu elbet adalet değil. Ama bu mücadelemizi sürdürmeyeceğimiz anlamına da gelmiyor.

Ve bu bir savaş. Benim bu savaşta vazifem; tek başıma da kalsam, son nefesime kadar tüm FETÖcü ve FETÖcü severlerle gittiği yere kadar mücadele etmek, mücadeleden asla vaz geçmemektir.

Köşeme çekilip hiçbir şey yapmamayı, huzur dolu bir emeklilik sürmeyi ben de bilirdim. Ama yapamıyorum. Kulağımda, Yargıtay’ın Balyoz kararını onadığı gün Hasdal’da duyduğum çocuk ağlamaları, kadınların sessiz hıçkırıkları var.

Gözümde Murat Özenalp kardeşimin son kez Hasdal’dan Ankara’ya giderken el sallayan görüntüsü, gülen yüzünün çizgileri var. Aklımdan gitmeyen Ali Tatar’ın tebessümü, masumiyeti var. Cem Aziz Çakmak ağabeyimi son kez hastane odasında gördükten sonra naaşını mezara koyarken üzerine attığım toprağın kokusu var.

Siz beni, hapse koyduğunuz gün öldürdünüz Ahmet. Siz beni Ali Tatar öldüğünde de öldürdünüz Ahmet. Murat’la, Cem abiyle birer kere daha öldürdünüz Ahmet.

Öyleyse bu mücadele sonuna kadar sürecek. Ya biz kazanacağız ya da biz, bunu da bil Ahmet.

Sevgili Ahmet, yaptığın sözde gazeteciliği ilaç için kulağıma damla diye damlatmam. Yazdıkların ağlak, sümüklü bir hainin sözlerini tekrar etmekten öteye gitmiyor. Bunun adı da gazetecilik değil. Sen yine bildiğini oku ama şunu da unutma. Ben hata yaparsam özür dilemesini bilirim.

Ancak sen ve senin gibiler FETÖcü sevici yapınızla özür dilenecek bir hata içinde dahi değilsiniz. Kasıtlı ve bilinçli olarak FETÖcü sevicisiniz. Bu hata değil. Elbette yalnız değilsin ve elbette ben de yalnız değilim Ahmet. Elinden geleni ardına koyma Ahmet. Durumun beni hiç mi hiç üzmüyor ama hakikaten ne olacak senin bu halin Ahmet?


YORUMLAR

  • 0 Yorum