SERMAYEDARIN KİBRİ

İsmail SERT

İnternette dolaşan videoda, denize yakın olduğu anlaşılan zeytinlik bir arazide, iş makinalarını ve sarı yelekli, baretli inşaat çalışanlarını görüyoruz. Aralarında itişme yaşanıyor. Sonrasında görüntüye Eczacıbaşı Holding Yönetim Kurulu Başkanı, işadamı Bülent Eczacıbaşı giriyor. Elleri şortunun ceplerinde, kısa ve öz konuşuyor: “Biz ister çıkarız, ister çıkmayız, kimse bir şey yapamaz”.
Videonun başı sonu kırpılmış ya da montajlanmış olabilir. Ancak söz ortada. Eczacıbaşı “biz” diyor, yani mensubu olduğu sınıfı adına konuşuyor. Eski TÜSİAD başkanı olduğunu biliyoruz.
Hikayenin detayı uzun, rivayet muhtelif olsa da, neresinden bakarsanız bakın, bir arazi anlaşmazlığı. Bilirkişi araya girebilir, belediye çözebilir, daha da olmadı kanun var, hukuk var. Öyle değil mi? 
Bülent bey, Bodrum’un ileride kıymetleneceğini öngördüğü o bölgesinde, geniş bir arazi satın almış. Bir miktar(!) kamu arazisini de -tam deyimiyle- kapatmış. Bu arada halkın denize ulaşımı engellenmiş, iskeleler uzatılmış vs.
Zaman içinde -yeni zenginlerden olduğu söylenen- bir başka işadamı, yandaki araziyi satın almış ve inşaata başlamış. “Eczacıbaşı şantiye bastı” anonsuyla haberleştirilen videonun çekildiği o gün, Bülent bey yanında silahlı adamlarıyla yapılanları keşfe çıkmış ve komşu araziye girmiş. Şantiye çalışanları kendisini uyardığında da o sözleri söylemiş.
Arazi konusunda kimin haklı, kimin haksız olduğunu bilemeyiz. Ona yönetmelikler, yasalar karar versin. Ancak her yere girebileceğine, bastığı her yerde haklı olduğuna  dair, muazzam gelişmiş o duyguya kibirden başka bir ad bulunamaz. ‘Cumhuriyetin ev sahibi’ olma özgüvenini yansıtan o yürüyüş ancak böyle tanımlanabilir.
Hâttâ Bülent beyin korumasının gösterdiği kibir bile çok fazla. Görüntüleri silme gayretiyle, telefonunu aldığı kişinin üzerine yürüyebiliyor, ona suçlu muamelesi yapabiliyor.   
Bir toplumu analiz ederken, burjuvazisinin durduğu yer, daha doğrusu onun kendisini konumlandırdığı basamak çok önemlidir. Onların hayat biçimlerine, zevklerine, dili kullanışlarına, ilişki kurma biçimlerine özellikle bakılır ve ayrı bir not edilir. O döküm bize çok şey anlatır.
Peki burada gördüğümüzü nasıl yorumlayacağız? Rüzgar azıcık tersten esti diye ortaya dökülen bu tavrı nereye koyacağız? Biraz kazıyınca görünen rengi biz nerelerde görmeye alışkınız?
Bu kadar gerilim, bu derece panik neden? Bu kadar isyanın ardında ne var? Sadece bir arazi anlaşmazlığı mı? Her daim ‘cumhuriyet mülkümüzdür’ hissiyle yaşayan birinin ‘zaten asabım bozuk’ heyheylenmesi mi? Kendinden başkasını ‘işgalci’ görenin külhanbeyliği mi? Karşısındakini ‘kaba’ görmenin tahammülsüzlüğü mü? Neyin nesi?
Şık salonlarda, salonlardan daha şık hanımefendilere, beyefendilere klasik müzik dinletmelerden hukuka saygı, toplumsal anlayış ve diyalog kurma adabı çıkmış görünüyor mu? Bu dehşetli kibirden demokrasiye doğru düz bir çizgi çizilebilir mi? Herkes kendi kararını versin.
Eczacıbaşı, muhtemelen kendi ailesinin de devlet eliyle zengin edilme hikayesinin gerilerde kalmış, unutulmuş olmasına güveniyor. Böylece bugünün zenginlerine burun kıvırma, üste çıkma hakkı elde ediyor ve bu hakkı sonuna kadar kullanabileceğini düşünüyor.  
Sorun çözülür, arazilerin sınırları netleştirilir, iskelenin fazlalığı yıkılır, demir kapı kaldırılır, kaçak yapılar kurala uydurulur. Geriye ne kalır? Her fani gibi “çarpıtılmış ve tamamen asılsız bir içerikle servis edilmiş videolara üzüldüğünü” beyan etse de, geriye Bülent beyin sözleri, edası ve yürüyüşü kalır. Yıllardır özenle korunan asaletin, hafriyatın tozu dumanı içinde kayboluş hikayesi kalır.
Yakıştıramayanlarla konduramayanlar baş başa verip boyuna konuşurlar. “Abi bildiğin kabadayı” der kahvede oturan biri. Cemiyet hayatında(!) ise “Aaa biz onları elit, kültürlü, sanatsever iş insanları bilirdik”, kaç kuşaktır zenginler bunlar ayol” sözü durmaz dolaşır.