SARIKAMIŞ’TAKİ MEŞALELER

İsmail SERT

Sarıkamış’tayım.

Cuma günü Sarıkamış yoluna çıkarken, Ankara’da henüz mevsimin ilk
karı yağmamıştı. Uçak yolculuğumuzun ilk yarısı da dağların zirvelerindeki beyazlıkların
dışında, kar örtüsü göremeden geçti. İkinci yarısında, Doğu Anadolu’da belki karla kaplı
alanlar görecektik, ancak bu defa da bulutlar izin vermedi. Kars havaalanına indiğimizde
sevindik. İklim değişmişti. Etrafımız karla kaplıydı ve kar havası vardı.
Kar örtüsünün ortasından ve kar yağışı altında Sarıkamış’a ulaştık. 105 yıl önce şehit
olan askerlerimizi konuşmaya başladık. Konumuz da, kelimelerimiz de değişmişti:
Şehitlerimiz, vatan, direniş, kahraman ordumuz, hüzün, Allahuekber Dağları, dondurucu
soğuk, Enver Paşa, tifüs, Albay Hafız Hakkı…
Dinleyerek, konuşarak tarih bilgimizin üzerindeki küllerini silkeledik.
Nasıl sonuçlanmış olursa olsun, biliyoruz ki; Sarıkamış bir kahramanlık destanı. Tarihte
eşi benzeri olmayan bir direniş. Vatan aşkıyla cepheden cepheye koşan, -30 derecedeki
dondurucu soğuğa, tifüse dayanamayan Mehmetçiklerin hikayesi.
Sarıkamış’ı sadece Enver Paşa’nın maceracı ruhuyla anlatmaya da hakkımız yok. Ki o
Enver Paşa, Sarıkamış’ta askerleriyle birlikte ölümü göze alıp vasiyetini yazmış bir cesur
komutan. Sadece Albay Hafız Hakkı beyin hatalarıyla da izah edemeyiz. Ki o Albay Hafız
Hakkı bey askerleriyle aynı kaderi paylaşmış, 15 Şubat 1915’da yakalandığı tifüs’ten
vefat etmiş bir vatansever.
Bu tarih bizim. Zaferleriyle, hayal kırıklıklarıyla, acılarıyla, hüzünleriyle bizim. Orada ne
yaşanmışsa, o bilgi, o ruh bize gerekli.
Her ne kadar tarihe öyle bakılmasa da şu soruyu mutlaka sormak gerekiyor: Sarıkamış
direnişi olmasaydı, Ruslar bu cephede durdurulmasaydı, tarihin akışı nasıl olurdu?
Asker kayıplarımızın 105 yıl sonra, günümüzde bile hala 90 bin olduğu yazılıyor. Oysa
Sarıkamış’ı 1922’de ilk yazan tarihçi Şerif Köprülü’nün kitabındaki 90 bin askerimizin
şehit olduğu bilgisi doğru değil. Soğuktan ve tifüsten verdiğimiz kayıpları eklesek de o
sayıya ulaşılamıyor. Tarihi kayıtların bunu desteklemediğinin anlaşılmasının üzerinden
çok zaman geçti. Ancak konuşmalarda, haberlerde hala bu sayı kullanılıyor. Enver
Paşa’nın baskısıyla Sarıkamış’ın 7 yıl haber yapılamamasının, yazılamamasının bunda
elbette payı var. Yine da ilginç ve araştırılması gereken bir nokta.
Sarıkamış’ta tarihimizi konuştuk ve izini sürdük. Gece oldu. Gökyüzü Sarıkamış’ın kristal
karının yıldızları ile ışıl ışıldı. Ellerimizde meşalelerle yürüdük.
5 Ocak Pazar ‘büyük yürüyüş’ günüydü. ‘Türkiye Şehitleriyle Yürüyor’ başlığının altında
toplandık ve Allahuekber dağlarına çıktık. Tarihimizin hüzünlü sayfalarından birinin
yaşandığı yerdeydik. Susup dağları dinledik. Seslenip, kayalardan gelecek yankıyı
bekledik. Ağaçlara dokunduk. Onların şahitliklerini hissetmeye çalıştık. Yaşanan
zorlukları, vatan aşkıyla ölüme meydan okuyuşları duymak için gayret ettik.
Kendimizi o kahramanların yerine koymayı denedik. İtiraf edelim ki; o güne göre fazla
korunmalıydık. Başka çaremiz yoktu. Onları taklit ettik. O günün ruhundan bir parça, bir
kırıntı bulmayı umarak yürüdük.
Türkiye’nin dört bir yanından gelenler vardı. Pankartlarda kaç ilin adını okuduğumuzu
not edemedik. Biz yürüyüş kolunun ortasındaydık. Ne başını görebildik, ne sonunu.
Özellikle gençlerin yürüyüşüydü. Onların sayıları pek çoktu. Havaya onların heyecanı
hakimdi. Bir de ‘yürürken gençleşenler’ vardı.
Her taştan genç, tarihin içine dahil olarak, o gerçekliğe dokunarak, hissederek,
yaşayarak bilgilendi ve çok kıymetli bir tecrübe edindi.
Üstelik sadece Sarıkamış’ta da değil. Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın çabalarıyla
Türkiye’nin 81 ilinde, eş zamanlı olarak, Sarıkamış’ı anmak ve anlamak için yürüyüşler
yapıldı.
Bu çalışmaların ne kadar değerli olduğunun, ileriki yıllarda daha iyi anlaşılacağından hiç
şüphem yok. Çünkü tarih şuuruyla gençlerin zihinlerinde yakılan meşaleler, yarınlarda
daha çok ışık verecekler.
105 yıl önce, Sarıkamış’ta kardan kefenlere bürünen aziz şehitlerimizi, rahmetle ve
minnetle anıyor, bu buluşmaya emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.