PEKER'İN PERFORMANSI

İsmail SERT

Videolarıyla karşımıza çıkan haliyle Sedat Peker, sıkı bir performans sanatçısı!
Oysa bizim romanlardan, filmlerden tanıdığımız Peker muadilleri pek az konuşurlar.
Kelime hazineleri çok kısıtlıdır.
Bir uzun cümle bile kurmazlar. Efsaneleri biraz da az konuşmaları, sessiz ve sert tavırları sayesindedir.

Peker öyle değil.
Videoları stand up zevkiyle izleniyor.
Temposu, ses iniş çıkışları, enerjisi iyi, sahneye hakim. Konudan konuya başarıyla geçiyor, ‘az sonra…’ tekniğini yerinde kullanıyor. Asıl malzemeleri konuşma içine dengeli serpiştiriyor.
Bir arkadaşımın sözünü unutamıyorum. “Mafyamız olsun istemem. Ama ille olacaksa da böylesi olsun!” demişti.

Birçoğumuz videoları, Sedat Peker’in anlatıcı olduğu gerçeğini aklımızdan çıkarmadan izliyoruz.
Haksız da değiliz.
Zaten Peker kamera karşısında yeni bir kimliğe bürünme çabası içine girmiyor.
Kendisi olarak konuşuyor. Hâttâ yetinmeyip, kim olduğuna dair bilgiyi arada bir tazeliyor. Ancak söylenenleri anlamaya çalışırken, dakika başı ‘ama söyleyene bakalım!’ dediğimizde, alacağımız mesafenin kısa olacağı, çıkaracağımız hükmün güdük kalacağı da bir gerçek. Kısacası; hem parmağa, hem de parmağın gösterdiğine aynı anda bakmak, her zaman mümkün olmayabilir. Bence böyle durumlarda, parmağa bakmaktan vazgeçip gösterdiğine odaklanmayı tercih etmek gerekir.

Kalabalık olduğunu düşündüğüm bir izleyici grubu ise anlatıcıyı aradan çıkarıp söyledikleriyle ilgileniyor. Olay, olaya adı karışanlar, muhtemel gelişmeler, verilecek tepkiler, sonraki adımların neler olacağına dair tahminler…vs.

Bu iki tavrın dışında, Peker’in anlattıklarıyla ortaya çıkanların arkasını merak etme davranışından söz edebiliriz. Kaynağına inmek, kökeni kurcalamak vs…
Örneklerle anlatmaya çalışayım.
Peker Mehmet Ağar’ı, yasa dışı yollarla Bodrum Yalıkavak Marina’ya çökmekle suçladı. Ağar, tıpkı Susurluk olayında olduğu gibi hemen istifa etti ve sessizce kenara çekildi. Bir anlamda, aradan kendisini çekerek, Peker’in ilk hareketi verdiği domino taşlarının zincirleme yıkılışını durdurmuş oldu. 

Peki biz bu tabloya bakıp, “Peker 1-0 öne geçti” diyerek analizi burada kesecek miyiz?
Sormayacak mıyız?
Ağar’ın ağırlığı nereden geliyor?
Devletin istihbaratı ve kolluk kuvvetleri Marina’ya mafyanın çökmesine engel olamaz mıydı?

Soruları ilerletebiliriz:
Hikmet-i Hükümet bu olayın ne kadarına dahil? Bu olay, devletin ‘rutin dışına çıkmasının’ bir örneği mi? Yapılanların ne kadarı devletin yüksek çıkarlarının(!) bir gereği? Her devlette olduğuna ikna edilmeye çalışıldığımız bu istisnaların kabul edilebilir limitlerini kim belirliyor?
Bir başka örnek;
Hürriyet gazetesinin basılması, camının çerçevesinin indirilmesi, bize daha çok sıradan bir adli vaka gibi gösterilmişti. O zaman sormadığımız soruları şimdi sormayacak mıyız? Bu  olay bu kadar basit idiyse, medya grubu sahibi neden bu derece korktu ve sektörden çekilmeye karar verdi? Yaşanan olayın sıradan duruşu ile yaşattığı dehşetin büyüklüğü arasındaki ters orantı nasıl bir mühendislik işi?

Bir örnek daha;
Videolarda, sigorta şirketinin aşırı büyümesinden tutun da, aranan birine yurt dışına kaçması ve alacağından vazgeçmesi telkinine kadar, pek çok olayda İçişleri Bakanı Soylu’nun adı geçiyor. İstifa edip etmemesi, görevden alınıp alınmaması bir yana, Soylu  nasıl oluyor da mevcut siyasi kadrolar içinde, geleceğe kalacak iki kişiden biri olarak öne çıkabiliyor?
Nasıl oluyor da iktidardaki iki partinin ortak savundukları düşünce ve kavram dünyasına denk düşen bir alanı tek başına kontrol edebiliyor? MHP’nin doğal, AK Parti’nin muhtemel mirasçısı nasıl olabiliyor? Siyasette büyümesi ile ‘olay adam’ oluşu nasıl aynı zaman dilimine denk düşüyor?

Son bir örnek;
AK Parti, seçim kampanyası sırasında bir lira vermeden aldığı poşet poşet kahveleri meydanlarda halka dağıtmış… Bunu öğrendik madem, tepkimiz bunu yapanları ayıplamaktan ibaret mi olacak? Seçim kampanyasında neden kahve dağıtılır? O kahveleri kimler alır? Bedava kahve almakla oy tercihi arasında nasıl bir korelasyon var? Bu sorularla başlayıp en esaslı başlığı tartışmaya açmayacak mıyız? ‘Siyasetin finansmanı’ sorununu gündemimize almayacak mıyız?

Günün sonunda bütün bu anlatılardan, itiraflardan, ifşaatlardan bize ne kalacak? Bütün bu düne ait hikayelerden ‘yarın’ adına elimize ne geçecek? Devlet tecrübesi hanesine neler yazılacak?