MASA

İsmail SERT

Bir tarafta “Esad’sız olmaz” diyen Putin, diğer tarafta “Esad’la olmaz” diyen Erdoğan.
Ortada masa. Siyasetin, hele uluslararası siyasetin merkez kavramlarından biri ‘masa’.
Yüksek demeçlerde adı geçiyor. Bazen canı varmış, kendi adına irade kullanıyormuş,
ilkelerini dayatıyormuş varsayıldığı bile oluyor. Bütün analizlerde kendisine yer
buluyor. Haberlerin, stratejilerin, raporların baş aktörü.
Masayı kurmak, masaya çağırmak, masaya oturmak, masadan kalkmak, masada
kazanmak, masada kaybetmek, masayı devirmek… hepsinin bir, hatta birden çok
karşılığı var.
2019 yılında 7 kez olduğu gibi bu defa da masa Moskova’da kuruluyor. İki liderin karşı
karşıya otursalar da, tam cepheden karşı karşıya gelmemeye çalışılacaklarını tahmin
edebiliyoruz. Uzun süreceği tahmin edilen görüşmede aralarda yan yana gelecekler mi?,
aynı yerden bakacaklar mı? Bilmiyoruz.
Bu defa da yükü ağır masanın. ‘İdlib’in yükü’nü taşıyacak. İdlib dediğimiz de bir küçük,
sıkıştırılmış dünya. İdlib’in dünü, bugünü, haritaları, nüfusu, insanlık dramları, gündüzü,
gecesi ve geleceği olacak masada. 9 yıldır sürdürülen politikalar, onlardan artanlar,
eksilenler olacak. Yakın zamanın kronolojisi, haritalar olacak.
Rusya’ya göre Suriye topraklarında asker bulundurma açısından kendisinden başka
meşru bir güç yok. Türkiye de dahil olmak üzere bütün ülkeler uluslararası hukuku
çiğniyorlar. Bu şu demek: Türkiye daha konuşmaya başlamadan söz hakkı kısıtlanmaya
çalışılabilir. Neyse ki bu iddianın reelpolitik’te yeri yok ve bütün dünya bunu biliyor.
Müzakerelerin tabanında bir zorluk var: ‘Esad’la olmaz’ ile ‘Esad’sız olmaz’ın orta
noktasını bulmak çok zor. Pazarlık payı yok gibi, “biraz siz gelin, biraz biz gelelim.”
denilemeyecek gibi duruyor. Ancak diplomasi, imkansız gibi görünen durumlarda dahi
bir çözüm bulmanın sanatı.
Zorluğun bir yanı Rusya’nın payına düşüyor. Esad’ı harcatmadan, buna karşılık
Türkiye’yi çok da uzaklaştırmadan bir yol bulmaya çalışıyor. Kolay değil.
Zorluğun bir yanı da Türkiye’ye bakıyor. En acil, en zor konu İdlib olsa da Rusya ile
aramızdaki çözüm bekleyen dosyalar bundan ibaret değil.
Masanın insana, insanlığa ağır gelmesi gereken yanı da şu: Türkiye sınırına sıkışan,
içinde çocukların, yaşlıların, kadınların olduğu milyonlarca insanın masaya konuluyor
olması. Üstelik üşümelerinden, hastalanmalarından, aç kalmalarından ve hatta
ölmelerinden söz edilmeden topluca ve yaklaşık bir rakam olarak konuluyor olmaları.
En zor durumda görünmesine rağmen en rahat konumda olan Esad. Halkına bomba
atmaktan çekinmeyerek, topraklarının bir bölümünü gözden çıkararak, uydu olmayı
kabul ederek zor(!) olanları zaten yerine getirdi. Sözde devlet başkanı olarak
görüşmelerden çıkacak yükümlülüklerinin patronu tarafından kendisine bildirilmesini
bekliyor.
Sahada güçlüyüz. Gücümüzün bir yarısı haklılığımızdan, bir yarısı da Silahlı
Kuvvetlerimizin başarısından, becerisinden, azminden ve cesaretinden. Gücümüzü
gösterdik, gösteriyoruz. Daha doğru ifadeyle: Göstermek zorunda kaldık. Fırat Kalkanı,
Zeytin Dalı, Barış Pınarı harekatlarında gösterdiğimiz gücümüzü, Bahar Kalkanı’nda da
tekrarladık. Üstelik amacımızın caydırma olduğunu, çok ileriye gitmiyorsak sebebinin bu
olduğunu dost düşman herkes biliyor. Gerek Rusya, gerek rejim, gerekse bölgedeki irili
ufaklı diğer gruplar Türkiye’nin gücünün farkındalar.
Üstelik biz askeri yoldan değil, siyasi müzakerelerle sorunu çözmekten yanayız.

‘Göçmenler için açık kapı’ politikamızın da masada bizden yana bir katkısının olacağı
kesin. Karmaşık ilişkiler ağı içinde AB tarafından Rusya’ya bir baskı geldiğini, gelmeye
devam edeceğini biliyoruz.
Masa kuruluyor. Ortada masanın olması umudun var olması demektir. Masada o
umudun ışığına şimdiden yer açılabilir. Ana kuzusu askerler, yerinden yurdundan
edilenler, çocuklar, anneler adına bir umut ışığı…