HAYAT EKRANA SIĞAR MI? 

İsmail SERT

Bugünlerde salgın sonrasının nasıl olacağını konuşmanın cazibesi yüksek. Zihnimizde hep aynı soru var: Başımızdaki vartayı atlattığımızda, hangi dünyanın eşiğinde bulacağız kendimizi? Yeni normalimiz nasıl olacak? Bu soruların cevaplarını bulmak için aranırken, bir yandan da hayatı eve sığdırmaya çalışıyoruz. 

Hayat eve sığar’ bir slogan sonuçta. Çok tekrar edince hayat kendiliğinden eve sığmıyor. Hele hayatı geniş alanlara yaymışsanız, toparlayıp bir araya getirmek zor iş. Bu zorluğu fark edenler ‘gönüllü kılavuzluk’ işine giriştiler. Her yerde tavsiye listeleri okuyoruz: ‘10 maddede hayat eve nasıl sığdırılır?’ 

Kütüphaneyi gözden geçir, fotoğraf albümlerini düzenle, yeni yemekler yapmayı öğren, spor yapmaya çalış, kitap oku, müzik dinle, film seyret, çiçeklere bakım yap, ekmek yapmayı dene, karantina günlüğü tut…vs.

Oysa herkesin hayatı başka genişlikte, herkesin evinin büyüklüğü farklı. Hayatı eve sığdırmak, her sabah yeni baştan başlanacak bir seri meşguliyetle ancak başarılabiliyor. Gün içinde beklenmeyen, tahmin edilmeyen sürpriz daralmalara da hazırlık olmak gerek.   

Ne suçumuz vardı ki böyle bir cezaya mahkum olduk? Biz nerede hata yaptık? Hadi yaptık diyelim, bu orantısız bir ceza değil mi?” Böyle düşününce oluşan suçsuz yere eve kapatıldığımız hissi, evde kalmayı daha da zorlaştırıyor.

Ayrıca bu kadar aciz kalacağımızı hiç tahmin edemezdik. Nasıl bekleyebilirdik ki! İnsanlık çok ilerlemişti(!) Artık tabiatın kesin hakimiydik. Hatta fazlasına bile hükmediyorduk. Tarihin önünde haklıydık. Savaş çıkartırken, ölümlere sebep olurken bile alacaklıydık. Dünyayı kan kokan bir arenaya çevirirken, biz günlük hayatımızı hiç değiştirmiyor, almaya, satmaya, kazanmaya, tüketmeye devam ediyorduk. Teknolojimiz ile üstündük. Burnumuz havada ha bire ilerliyor(!), her gün yeni bir ufuk keşfediyorduk.

Hiç beklemediğimiz bir aralıkta yakalanmamız kötü oldu. Evlerimize sığındık. Artık takvim üzerinde çetele tutup, karantinada geçen günlerimizi sayıyoruz. Yeni normale ne zaman kavuşacağımız ise belli değil. Akşam haberlerinden bir tahmin çıkarılabiliyoruz. O da ancak titrek bir tahmin.

Artık eski hayat pratiklerimize dönemeyeceğimizi, onların nostaljik bir geçmiş olduğunu biliyoruz. Giderek ve hızla onlardan uzaklaştığımızın farkındayız. Kendimizi yeni normale hazırlamaya çalışıyoruz. 

Şimdiden insana sosyal mesafede, ekrana mesafesiz konumdayız. Yarının nasıl olacağını da ucundan biliyoruz. Çünkü fragmanını gördük. Sosyal mesafe sosyalleşip aramıza karışacak. Bütün hayatımızı kapsayacak ve bütün dünyayı içine alacak. ‘Sosyal mesafe’ zemininin üstüne başka mesafe katları çıkılacak. 

Hayat ekrana taşınacak. Daha doğrusu; ekrana tıkıştırılacak. Sığmayan bölümleri kesilip atılacak. Ekranın sıcaklığı (daha doğrusu soğukluğu) hayatın ısı ayarı olarak kabul edilecek. Termometreler kaçı gösterirse göstersin, hissedilen ısı ekrandan yayılan kadar olacak. 

Yakınımızdakiler uzaklaşacak, etrafımız yalnızlaşacak. Şarj cihazları hep elimizin altında duracak. En kıymetlilerimiz dijital ekranlarımız olacak. Dünya öyle dönecek. Hayat oradan akacak. Suretimiz orada görünecek, sesimiz oradan yankılanacak. Sevinçler, acılar, hüzünler hep ekran mesafesini koruyacak. Okul ekranda açılıp kapanacak. Düğün töreni, cenaze merasimi ekranda başlayıp bitecek. Sinema zaten perdeden ekrana kaymaktaydı. Şimdi tiyatro da ekranda perde açacak, alkış alacak.

Ferahlık ekran ferahlığı… karanlık ekran karanlığı… Konuşmaya, dinlemeye ekran aracılığı…umuda ekran mesafesi… umutsuzluğa da…

Hayat eve sığar’ sloganının ‘hayat ekrana sığar’ biçiminde bir kardeşi olacak. Ekran ile insanın mutlak uyumuna giden yolda ilerleyeceğiz. Yürümeyenlerin arkasından itilecek.

Ekran merkezli yeni hayatın mültecileri ve acemileri olacağız. En yakın mesafe ekran yakınlığı, en uzak mesafe yine ekran uzaklığı olarak sabitlenecek. Sonu gelmeyecek trajik bir tartışmaya başlayacağız: ‘ekran ne kadar yakın bize, bize ne kadar uzak ekran?’ İşin içinden çıkamayacağız, yani ekranın içinden…!