ENSAR OLABİLİR MİYİZ?

İsmail SERT

‘Ensar ve Muhacirin’ göçmenler tartışmasında sık gündeme gelen, yardım etme
anlayışını çok yükseklere taşımış bir modelin adı. Ensar zulümden kaçan muhacirini
korumuş, kollamış, evini, işini, aşını paylaşmış. Kardeşliği o ölçüde benimsemiş ki;
mirasından pay vermek dahi istemiş.
Çağımızın oğulları ve kızları olarak, bu tarihi tecrübenin kıymetini sarsmadan, şu
soruları cevaplamayı deneyelim: “Ensar anlayışını bu çağa taşımaya ve geniş kitlelere
yaymaya çalışırsak; nasıl bir portreye ulaşırız? Biz bu çağın ensarları sayılabilir miyiz?’
Çağımızın insan modeline komşumuzdan örnek vereyim. Yunanistan kıyılarında
göçmenlerin botlarının patlatıldığını ve bottakilerin çoluk çocuk karanlık sulara
bırakıldıklarını çok gördük. Bu final, aslında zincirleme bir politikanın eseri. Sınırın
korunması için Avrupa Birliği finansman sağlıyor. Yunanistan hükümeti, kendisine
deklare edilen görevi, hiç tereddüt etmeden tam tekmil bir devlet politikasına
dönüştürüyor. Elindeki uzun kargıyla göçmen botunu iştahla delen asker ya da sivil
Yunan görevli ise zincirin son halkası.
Bu zalimane işbirliğinin başka versiyonları da yaşandı. Meriç nehrinin kıyısında
yakaladıkları göçmenlerin paralarını çalıp, kendilerini nehre, yani ölüme iten Yunan
polislerini gördük. Sınıra yaklaşan göçmenlere gerçek mermilerle ve hedef gözeterek
ateş eden Yunan askerlerine de şahit olduk. İnsanlığın bu derece alçalmasına aklımız
ermedi, izah edemedik.
Menfaatlerine tırnakları geçirerek, bir rodeo boğası gibi çalkalanan dünyanın kapitalist
çarklarına tutunmaya çalışan batılının çehresi bütün çıplaklığıyla ortaya çıktı.
Bir de çağımızın devlet modelini örnekleyeyim.
İngiltere, ülkeye yasa dışı yollarla giren göçmenleri göndermek üzere Ruanda hükümeti
ile sözleşme imzaladı. Özetle “parası neyse vereyim, ancak ben ülkemde özellikle doğulu
göçmen görmek istemiyorum” diyordu. Üstelik bu, dünyadaki ilk uygulama da değil.
Benzer sözleşmeleri daha önceki yıllarda İsrail Ruanda ve Uganda ile, Avustralya Papua
Yeni Gine ile yapmış.
Bununla da yetinilmedi. Nisan ayı sonunda İngiliz Parlamentosu ‘Uyruk ve Sınırlar Yasa
Tasarısı’nı kabul etti. Son haberde, tasarının Kraliçe’nin imzasını beklediği yazıyordu.
Yasa göçmenler konusunda neler getiriyor?
1. Düzensiz yollarla İngiltere'ye ulaşan herkese hapis cezası verilmesini düzenliyor.
2. İngiltere’ye önceden gelmiş ve vatandaşlık almış olanların, kendilerine haber
verilmeden vatandaşlıktan çıkarılabilmesi için mahkemelere yetki veriyor.
3. Başka ülkelerle aile bağı bulunan İngiliz vatandaşlarının, yine kendilerine haber
verilmeden vatandaşlıklarının iptal edilmesinin önünü açıyor.
4. Mülteci taşıyan teknelere müdahale eden İngiliz görevlilerini olası cezai işlemlerden
muaf tutuyor. Öyle ki; geri itmeler sırasında göçmen ölümlerine yol açsalar, açıkçası;
öldürseler bile!
Yasaya bağlanmış kötülüğe, yabancı düşmanlığını aşan bu ölçüdeki nefrete yine akıl
erdiremedik. Ders kitaplarında insan haklarının beşiği olarak anlatılan İngiltere,
ölümden kaçanlara yine ölümden başka seçenek sunmuyordu.
Özetle; çağımız dünyasının manzarası böyle. İnsan hakları sözleşmelerine imza atan
batılı devletlerin ve centilmenliklerine toz kondurmayan iki yüzlü batılıların insanlık
anlayışları bu kadar.
Peki bu manzarada biz neredeyiz?
Göçmenler 10 yıldır ülkemizdeler. 10 yılda, münferit birkaç asayiş olayından başka ne
yaşandı? Ülke genelinde göçmenler, bizden yana yardımdan ve merhametten başka ne
gördüler? Şükür; insana düşman olacak kadar insanlıktan çıkmadık.
Yazının başındaki soruyu farklı bir gramer içinde yeniden sorayım: “Uluslararası
sistemin ürettiği insan ve devlet modeline baktığımızda, bu çağın Ensar’ı olmaya en
yakın aday, devlet ve insan olarak biz değil miyiz?
Evet, devletin yaptıkları ortada. Evet, bu ülkede ve bu kültürde yetişmiş olmakla öyleyiz.
Neredeyse kendiliğinden edindiklerimizle öyleyiz. Bu kültüre uzak dursak da, dindar
sayılmayan bir hayat yaşasak da öyleyiz.
Öyleyiz ve fakat sorun, insanımızın anlayışına bırakılamayacak kadar ciddi bir boyuta
ulaştı. İnsanımızın tahammül gücüne daha fazla yüklenilmemelidir. Ensar olmak;
göçmenler gitmesinler, ekonomimiz bozulacaksa bozulsun, şehirlerimiz tahrip olacaksa
olsun demek değil. Devlet, göçmenlerin ‘gönüllü ve onurlu’ biçimde vatanlarına dönmeleri için ne gerekiyorsa yapmalıdır.