Murat YANKI

    Murat YANKI


    MÜZLER, MÜZELER VE OSMAN HAMDİ BEY

    24 Mayıs 2019 - 09:00

    Geçtiğimiz hafta Dünya Müzeler Haftası idi. Bu nedenle Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından işletilen müzeler hem ücretsiz gezilebildi, hem de pek çok müze saat 23.00’e kadar açık kaldı. Bu nedenle bu yazıda biraz müzelerden söz etmek gereği duydum.

    Müze ve müzik sözcüklerinin temelinde zaman zaman mousa (müz) olarak da adlandırılan esin perileri vardır. Söz konusu periler antik Yunan mitolojisinde güzel sanatların da tanrısı olarak bilinen Apollon’la özdeş olan ve sanatın kaynağını oluşturan birbirinden güzel 9 güzel genç kızdır.

    Her ne kadar mitoslarda Apollon’la birlikte görülseler de müzler aslında Zeus ile Mnemosyne’nin 9 gecelik birlikteliğinden doğan çocuklardır.

    Öncelikle bu müzlerin özellikleri ve isimlerine bakacak olursak toplamda dokuz müz bulunurken en büyüğü ve zekisi olan Kalliope güzel sesli peri olup, mitolojideki tüm destan ve epik şiirlere ilham veren peridir.

    Clio ya da Kleoi tarihi olayları konu alan şiirlere ilham veren peri olup, tarih perisi diye bilinmektedir.

    Erato lirik şiirin, aşk şiirlerinin (aşıkların) ve korolu şiirlerin ilham perisi olurken, Melpomene trajedilere ilham veren peridir.

    Urania gök bilimi ve astrolojinin perisi olurken, Polymnia veya Polyhymnia ise kutsal şarkıların-ilahilerin ve hitabetlerin (güzel sözler, mim) ilham perisidir.

    Euterpe flüt üflemenin, lirik şiirin, müziğin ilham perisi olurken, Terpsikhore ya da Tersichore dansın ve dramatik koronun ilham perisidir.

    Son olarak Thalia ya da Thaleia ise çiçek açma - çiçeklenme anlamına gelirken, komedyanın ve pastoral şiirin (doğa güzelliklerini anlatan şiir) perisi olup kırsal yerlere-yaban hayatına ait peridir.

    Dilimize Fransızca’dan müze olarak geçen ve İngilizcesi de Latince kaynaklı olarak Museum olan bu sözcük doğal olarak müzlerin mekânı veya müzlerin evi anlamına gelmektedir. Yani bir sanat evi. Nitekim öyledir de. Müzeler geçmişten günümüze sanat eserlerinin sergilendiği mekânlar olmuştur.

    Avrupa’da müzeler 18. Yüzyıl ortalarında oluşturulmaya başlansa da bu kurumların Osmanlı’ya gelmesi herşeyde olduğu gibi hayli geç olmuştur.

    Gerçek anlamda Türk Müzeciliğinin temeli İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nin temelini de oluşturan Mecma-ı Asar-ı Atika’ya (Eski Eserler Koleksiyonu) dayanmaktadır.

    Padişah Abdülmecit'in 1845 yılında Yalova’ya gerçekleştirdiği gezi sırasında gördüğü Doğu Roma yazıtlarını İstanbul'a naklettirmesi üzerine eserler 1846 yılında Osmanlı Devlet adamı Ahmet Fethi Paşa tarafından o güne kadar silah deposu (Harbiye Ambarı) olarak kullanılan Aya İrini'de toplatılmaya başlandı.

    Müze, Mecma-i Eslihai Atika ve Mecma-i Asar-ı Atika olmak üzere iki bölüm halinde düzenlenmiş, kuruluşu daha eski dönemlere dayanan Mecma-i Eslihai Atika bölümü Harbiye Askeri Müzesi’nin temelini oluşturmuştur. (1)

    Mecma-ı Asar-ı Atika koleksiyonu Sadrazam Ali Paşa döneminde düzenlenmiş ve 1869 yılında dönemin Maarif Nazırı Saffet Paşa tarafından Müze-i Hûmayun (İmparatorluk Müzesi) adıyla Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk müzesi kurulmuştur. Aynı yıl, ilk müze müdürü olarak Galatasaray Lisesi öğretmenlerinden, İrlandalı Edward Goold görevlendirilmiştir.

    Ayrıca vilayetlere bir genelge gönderilerek çevrelerindeki bütün tarihi eserlerin tahrip edilmeden müzeye iletmeleri istenmiştir. Bunlara ek olarak aynı yıl içerisinde ilk Asarı Atika Nizamnamesi yürürlüğe girmiştir.

    Müzede toplanan eserlerin sayısının gittikçe artması sonucu yeni bir bina arayışına başlanmış ve müzenin Topkapı Sarayı’nın ilk inşa edilen binası olan ve o dönemde terkedilmiş durumda bulunan Çinili Köşk’e taşınmasına karar verilmiştir. Çinili Köşk’e taşınan Müze 1880 yılında faaliyete geçmiştir. Müzenin Çinili Köşk’e taşınmasından sonra Müze Müdürü Anton Dethier’in ölmesi üzerine yeni müdür arayışları başlamış, Türk Müzecilik tarihinde önemli bir yere sahip olan Osman Hamdi Bey 11 Eylül 1881 tarihinde bu göreve atanmıştır.

    Osman Hamdi Bey aslında birden fazla yazıya konu olması gereken bir kişiliktir. Burada birkaç cümleyle onun müzecilik konusundaki öneminden söz etmek istiyorum.

    Tek kelimeyle alafranga bir vatanperverdir Osman Hamdi Bey. Bu bakımdan Cumhuriyet’i görememiş olsa da Cumhuriyet aydınlarına çok benzemektedir. Aynı zamanda da çok yönlü bir aydındır.

    Arkeoloji Müzelerinin kurucusu olmakla birlikte bir arkeolog değildir. Zaten yaşadığı dönemde arkeoloji eğitimi de henüz Avrupa’da dahi gerçek anlamda verilmemektedir. Mimar Sinan’ın ve Balyan’larında profesyonel mimarlar olmadıkları gibi.

    Osman Hamdi Fransa’da 8 yıl boyunca sanat tarihi tahsil etmiş, sonrasında da ülkesine dönmüş, ilk olarak bir süre Mithat Paşa’nın yanında bürokrasiye alışmış, sonrasında da sanat tarihi uzmanı olarak arkeolojiyle ilgilenmeye başlamıştır.

    Bu ilgi de yaşadığı dönemde tüm kazıların yabancı arkeologlar eliyle yapılıyor olması ve buluntuların neredeyse tamamının biraz da eski nizamnamenin yetersizliği nedeniyle yurt dışına kaçırılıyor olmasına bir vatanseverin tepkisinin gereğidir kuşkusuz.

    Osman Hamdi Bey 4 Eylül 1881 tarihinde Sultan II. Abdülhamid tarafından Müze-i Hümayun müdürlüğüne atanır. Müdürlüğe girişinden yaklaşık dört ay sonra, 1 Ocak 1882 tarihinde, Sanay-i Nefise Mektebi Müdürlüğü'nü de üstlenir ve bu iki müdürlük görevini ölünceye kadar birlikte yürütür. Osman Hamdi Bey ayrıca 21 Şubat 1884 tarihinde yürürlüğe giren yeni bir Asar-ı Atika Nizamnamesi hazırlar. Eski Eserler Tüzüğü diyebileceğimiz bu nizamname ile tarih ve sanat değeri taşıyan eski eserlerin Türkiye sınırları dışına çıkarılması, kesin olarak yasaklanmış ve arkeolojik kazılarla ilgili hususlar sağlam temellere bağlanır. Söz konusu nizamname 1974 yılına kadar uygulanacaktır.

    Osman Hamdi Bey’in başarılı bir arkeolog olarak literatüre geçmesine ve İstanbul Müzesi’nin dünyanın en önemli müzelerinden biri haline gelmesine neden olan en önemli olay Sidon (Sayda) kazısıdır. 1887’de Osman Hamdi Bey tarafından yapılan bu kazılarda bir kral nekropolü ve çok önemli lahitler açığa çıkarılmıştır. Bu lahitler arasında İskender Lahdi, Ağlayan Kadınlar Lahdi, Satrap Lahdi, Likya Lahdi, Sayda Kralı Tabnit’in Lahdi gibi eserler vardır.

    Arkeoloji âleminde önemli bir olay olarak kabul edilen Sidon (Sayda) eserlerinin bulunuşu Müze-i Hümayun’un ve Türk müzeciliğinin kaderini değiştirmiştir.

    Söz konusu lahitler Sayda Limanından tam İngiltere’ye kaçırılacakken efsanevi bir direniş göstermiş ve ‘Bu eserleri ancak cesedimi çiğnerseniz götürebilirsiniz’ diyerek emperyalist batıya ilk milli direnişi gerçekleştirmiş ve bu eserlerin İstanbul’a getirilmesini sağlamıştır. Nitekim günümüzde halen kullanılmakta olan Arkeoloji Müzesi ana binası da söz konusu lahitlerin o zaman kullanılmakta olan Çinili Köşk’e sığmaması nedeniyle bir zorunluluk olarak ünlü mimar Alexandre Vallaury’ye yaptırılmıştır.

    Başarılarla geçen onurlu, vatanperver bir yaşamdır onunki. Onun direnişi adeta Çanakkale ve Kurltuluş savaşlarının bir habercisidir. Türkiye’nin ilk kültürel başkaldırısıdır.

    Sakız Adalı yetim bir Rum çocuğunun torununun bu iki sayfaya sığmayacak kadar başarılı yaşamı gerçek bir kahramanlık öyküsüdür. Arkeoloji konusundaki çabaları ve başarısına karşın O, en çok ressam Osman Hamdi’dir. O özelliğini de başka bir yazının konusu yapalım.

    (1), (2) kulturvarliklari.gov.tr


     

    YORUMLAR

    • 0 Yorum