Cemal GÜLAS

    Cemal GÜLAS


    ANADOLU'DA KADIN OLMAK (4)

    27 Temmuz 2019 - 15:31

    Yılardır edindiğim izlenim gelişmemiş toplumlarda ve bağnaz dindarlığın hüküm sürdüğü her yerde kadın olmak onun hayata baktığı taraftan bakmak hemen hemen bir erkek için mümkün olamayacağını düşünmeme sebep oldu.

    Güneydoğu'da bir kış günü öğleden sonra ulaştığım bir dağ köyünde kalabalık çocuk nüfusu beni köy girişinde karşıladı, çocuklarla şakalaşa şakalaşa çamur deryası bir yoldan köy meydanına kadar geldik.

    Meydanda uzunca bir yalak vardı, yalağın kenarında eşekler kadınlar birkaç büyük baş hayvan karışık bir halde duruyordu. Yalağın sol başında dört kalınca borudan su adeta fışkırarak yalağa dökülüyordu.

    Bazı kadınlar omuzlarının üstünde duran uzun sopanın iki ucunda astıkları tenekeleri dökülen suyun altına tutup bir iki saniyede doldurarak köyün içine doğru gözden kaybolurken bazıları da doldurdukları bidonları kenarda bekleyen eşeklere yüklüyorlardı.

    Ben bir köye ilk defa gidiyorsam genellikle fotoğraf makinemi görünür bir yerde tutmam, bir iki gün ben köye köy bana alışana kadar fotoğraf da çekmem. Böyle manzaralarla karşılaştıkça da pişman olurum. Yanımdaki çocuklardan birine "çocuklar burası yarın da böyle kalabalık olur mu" acaba diye sordum. Çocuk ne demek istediğimi pek anlamadan bana şaşkın şaşkın bakarken birkaç yetişkin erkeğin bana doğru geldiklerini gördüm. Selamlaştık... Suyun başındaki kadınlar bizi izlemeye başladı, ben tereddüt etmeden yanıma gelen adamlardan birinin koluna girerek suya doğru yürüdüm. Adam da sürüklenmemek için bana ayak uydurdu yalağın yanına geldiğimde herkesin duyacağı bir sesle "kolay gelsin ablalar" dedim.

    Kadınların bazıları bakışlarını benden kaçırarak "sağ olasın" diyebildiler. Koluna girdiğim adama "ben muhtarınızı ararım" dedim. Adam şaşkın şaşkın yüzüme bakıp "benim" dedi. Ben de "Muhtar beni Atilla Komutan gönderdi. Senin odan çok güzelmiş bir iki gün misafirinim" dedim.

    Muhtar, Atilla Komutan lafını duyunca hem biraz çekindi hem de rahatladı. Biraz önce gördüğü adını bile bilmediği bu adam için nasıl olsa jandarma komutanı referanstı, "başım üstüne" dedi.

    Etrafımdaki meraklı kalabalık giderek çoğaldı. "Muhtara köy kaç hane" dedim. "Kırk vardır" dedi. "Kaç nüfusun var" dedim. "beş yüz varız."

    Etrafımdaki halkadan belli oluyordu. Muhtarın evine doğru yürürken kuyruğa eklenen yetişkinlerin sayısı ile çocuklarınki eşitlendi. Bazı yetişkinler taşkınlık yapan çocuklara ellerindeki değneği kaldırmakta tereddüt etmedi. Tabii ben de onu gruptan elemekte.

    Muhtarın evinin önüne geldiğimizde çocuklar ve yetişkinler iki ayrı gurup olmuşlardı. Muhtarın odasının eşiğinden içeri girmeden kalabalığa döndüm "içeride sigara içerseniz ben dışarıda kalacağım ya da içerde sigara içmeyeceksiniz hangisi" dedim. Herkes "estağfurullah girin biz içmeyiz" dedi.

    Bunu yapmasam ne olurdu işte bunu yaşamayan hiç kimseye hayal ettiremeyeceğimi biliyorum. Odaya girdikten yarım saat sonra yemek bezi ortaya serildi. Ben ellerimi yıkamak istedim. "Su getirelim" dediler. "Olmaz çeşmeyi gösterin" dedim herkes birbirine baktı.

    "Çeşme yukarıda meydanda idi" dediler.

    "Evde su yok mu?"

    "Ha vallahi yoktur"

    "Niye yahu yukarıda dört koldan su gürül gürül akıyordu."

    Herkes suskun ama bıyıkları yeni terlemiş bir delikanlı atlıyor:

    "Vallahi şıh izin vermemiştir.”

    "Suyu kim getiriyor"

    "Vallahi kadınlar çocuklar"

    "Niye şıh izin vermiyor."

    "Şeytan suyla eve gelirmiş..."

    "Kadınlarınız sırtında su taşıyacak, sizde banyo yapacaksınız, el yıkayacak, yemek yiyeceksiniz ha. Ben el yıkamak için çeşmeye gidiyorum. O bacılarımın omzunda taşıdıkları su ile pişirilen yemeği de onlar haklarını helal etmezse yemiyorum" deyip yerimden kalktım.

    Kalabalık şokta her halde benim nasıl bir adam olduğumu düşünüyorlar. Anadolu köylerinde misafir gerçekten çok önemlidir. Ancak misafirin benim gibi arsızı da önemli mi göreceğim.

    Ayaklarımı giyip odadakilerle birlikte çeşmeye doğru yola çıktım. Çeşme başı bıraktığımdan daha kalabalıktı. Çeşme başındakiler şaşkın bakışlarıyla birbirine bir şeyler söylüyor. Ellerimi yıkadıktan sonra ortalığa bağırıyorum, "Ablalar erkekleriniz bu suyu bir hortumla kapılarınıza akıtmazlarsa onlara banyo suyu taşımayın. Evin içine akıtmasalar bile su evinizin önünde aksa fena mı olur."

    O gece dişimi fırçalamak için bile çeşmeye gittim. Tabii her gidişte odadakilerin büyük bir bölümü de benimle çeşmeye gelip geri dönüyorlardı.

    O yaz köye yeniden gittiğimde sular kapının önünde idi. Hatta bazı evlerin içinde bile akıyordu. İlk gittiğimde sofrayı odanın kapısına getiren kadınlar artık benimle sofraya da oturuyorlardı. Artık ben de köydeki bireylerden biri idim. Sorgulama bir kez başladığında birileri cevapları bulmak zorunda kalıyor ya da sorguyu yaratan sebebi ortadan kaldırıyorlar.

    Evin içine şeytan girecek korkusu ile alay etmek yerine suyu kapıya kadar yaklaştırmak belki de sorgulamayı başlatan en güzel kıvılcımdı. Korkular ve bazı sebepler bazılarımıza komik ya da saçma gelebilir ama var ve kabul görmüşse kişinin doğrusudur. Anadolu'da çok eşli evliliklerde bunlardan biridir. Erkeğin egemen olduğu bir toplumda bazı dini kılıflarda çok eşliliği güçlendiriyorsa biz ne kadar bu işin yanlış olduğunu söylersek söyleyelim olacakları engelleyemeyiz.

    Çocukken sorguladığım bir şey vardı. Neden batan bir gemide öncelik kadın ve çocukların olurdu. Birçok arkadaşım bu sorunun cevabını onların korunmaya muhtaç olmalarına yorumlarken, ben bu önceliği hayatı onların devam ettirebilecekleri için olduğuna yorardım.

    Bir de tüm kaşif ve mucitlerin erkek olmasını anlardım da neden güzel sanatlarda geçmişte hiç başarılı kadın olmadığını hep düşünürdüm. Gerçi hala düşünmekteyim...

    Bir arkadaşım “kadın doğurganlığı ile zaten yaratıcıdır, bu sebeple kadınlar birşey yaratma ihtiyacı duymamışlardır” dedi, ne yalan söyleyeyim bu tarif pek aklıma yatmadı.

    Benim için Anadolu'da kadın olmanın hikayesi asla tamamlanamayacak bir resim gibidir ve hayat sürdüğü sürece yenilenmek zorundadır. Dünyadaki medeniyetlere şöyle bir bakın kadınların söz sahibi olmadığı bütün toplumlar gelişmemiş toplumlardır. Kadın seçicidir. Ayrıntıyı erkekten daha hızlı algılayan ve net düşünen bir yapıya sahiptir. Kadınları büyük kentlerde olabildiği kadar kırsal kesimde de hayata katmadığımız sürece toplumsal olgunluğu yakalayabileceğimizi sanmıyorum.

    Artık cennette Tanrının kadın kullarına Erkek hurilerin hizmet ettiği bir kadın imamın vaaz verdiği cinsiyetin değil, bilginin önemsendiği bir inanışın çok uzağımızda olmamasını diliyorum; olmamak zorunda çünkü...

    Anadolu kadını yalnızlığını yalnızca doğuda değil, batıda da kendi içinde yaşar. Hatta büyük kentlerdeki eğitilmiş kadınlarımızın dramları bile tek tek ele alındığında birer trajedi olabilecek öykülerdir.

    Akdeniz Bölgesi'nin turizme açık sahillerinden kırk elli kilometre dağ köylerine çekildiğimizde bile dünyadan soyutlanmış hayatlara tanıklık edebiliyoruz. Muğla'nın doğusundaki gölgeli dağlar her bahar ayında mutlaka ziyaret ettiğim mabetlerim den biridir. Buradaki Boğatepe Mevkisinde birkaç gün dolandım. Bir akşam üzeri yol demeye bin şahit isteyen izbeyi takip ederek küçük bir köy olan Turgut yakınlarında bir iki evlik bir mahalleye rastladım. Arabamı durdurup, biten benzinimi doldurmak için yolun altındaki evden yardım istemek için indim. Yaşlıca bir kadın arayıp tarayıp bir huni buldu. Benzini mi doldurmaya başladım. Bu esnada araç telefonum çalmaya başladı. Kadın aracın içinden gelen sese tuhaf tuhaf bakıyordu.
    Elimdeki bidonu bırakıp telefona cevap verdim.

    İşim bittiğinde kadının hunisini geri uzattım. Kadın bana "oğul karnın açsa yemeğimiz var, değilse bir çayımızı " dedi. Çay teklifini reddetmedim. Birlikte eve geçtik. Bir iki dakika sonra da onüç ondört yaşlarında genç bir çocuk içeri girdi. Kadın çocuğun en küçük oğlu ve bir oğlunun da askerde olduğunu söyledi. Ben de "kaç çocuğunuz var" dedim. Kadının cevabı üç oldu. En büyüğü Fethiye'de bir otelde sezonluk çalışıyormuş.

    Biraz sonra genç bir kız çay tepsisi ile geldi. Çayları aldık. Kız, kadına ana diye hitap ederek birşeyler sordu. Ben de "gelininiz mi" dedim. "hayır kızım" dedi. "Ama üç çocuğunuz olduğunu söylemiştiniz" dedim. Kadın mahcup mahcup önüne baktı. "Üçte tane de kızım var" dedi.

    Köy yerlerinde kız çocukları bir evin kazanını taşımada en büyük özveriyi gösterseler de çoğu yerde kazan mevcudundan sayılmıyorlardı.

    Biraz sonra eve yaşlıca bir adamla beraber üç kız daha geldi. Kızlardan biri askerdeki çocuğun karısı, ikisi de kadının diğer kızları idi. Zaman sohbetle çabuk erimişti. İstersem otlaktan dönen keçilerin sütü sağılırken fotoğraflarını çekebileceğimi söylediler. Beklemeye karar verdim. O arada yeni gelin ve görümcesi kışın dokumaya başladıkları bir kilimi bana gösterdiler. Gelin bu kilimi, eşi askerden döndüğünde ona vereceğini söylüyordu.

    Elektiriğin bile olmadığı bu köyde kilimin düğümleri hasretin ateşinin ışıkları ile dokunduğu her halinden belli oluyordu.

    Bana yıllar önceden beynime kazınan Allı Gelin türküsünü yeniden hatırlattı. Geline eşin nerede asker dedim; "Gölcük" dedi. Sınıfı denizci imiş; içimden Tanrım rastlantıya bak deyip "Kocanın ismini, soyadını ver" dedim.

    Arabaya döndüm. Küçük kardeşim Gölcük'te görevli subaydır. Aradım "Ahmet bu çocuğu bana bulabilir misin?" diye sordum. Çocuk gemi personeli olarak görevli imiş. "Eğer seferde değilse bulurum" dedi. Beş dakika sonra geminin limanda, çocuğun da karada olduğunu öğrendim.

    Ahmet'e “o zaman yarım saat sonra, ne yap ne et bu numarayı o çocuğa arattır" dedim. Sonra eve döndüm ahaliyi fotoğraf çekeceğim bahanesi ile kapıya çıkardım. Amacım arabada çalacak telefonun sesini duyabilmekti.

    Oyalanırken telefon çalmaya başladı. "İçimden Allahım ne olur arayan o çocuk olsun deyip" geline "yenge o telefona bakabilir misin" dedim. Genç oğlan atladı "ağabey o telefonu açmayı bilmez ben bakayım" "hayır" diye çıkıştım. "İyi ya öğrenecek" deyip kadına yeniledim. "Yenge orada siyah sesiçıkan şeyi sertçe yerinden al kablolu tarafı ağzına yakın tut. Öbür ucunu kulağına daya ve efendim de"

    Kadın tereddüt içinde, oğlan istekli, bense telefon kapanacak diye endişeliyim. Sertçe yeniledim. "Hadi bacım korkma seni yemez git aç şu telefonu" dedim. İsteksizce ve bir anlam veremeden telefona gitti.

    Sırtı bana dönuk olduğu için yüzünü göremiyorum. Kapıyı açıp telefonu aldı. Bu arada neredeyse benim heyecandan dudağımda uçuk çıkacak. Sonra hızla bize doğru döndü ve bağırdı "İliyas".

    Ben dahil herkes şaşkın evdekiler telefona koşarken, önlerine geçtim. "Sabredin siz sonra" dedim. Kıza da seslendim:

    "Bacı arabaya gir, kapıyı kapa rahat rahat konuş"

    Sonra sırası ile herkes konuştu. O gece beni misafir etmek istediler. Ama benim başka planlarım vardı. Ayrılmak isterken kızın kilimi kucaklayıp geldiğini gördüm. bana uzattığında benden okkalı bir sitem dinledi.

    Kız çocuklarının evlattan sayılmayışı, yalnızca Muğla'nın dağ köylerinde rastladığım bir davranış biçimi değil; Anadolu'nun birçok yöresinde kız çocuğu çocuk ya da kardeş sayılmaz.

    Oysa kadın her alanda erkekten daha üretkendir. Bitmeyen bir enerji sonsuz bir sabır ile hayatın her alandaki rollerini aksatmadan yürütmektedirler. Gelişen bilim bile gelecekte kadınların erkeklere muhtaç olmadan gebe kalabilmelerini mümkün kılıyor.

    YORUMLAR

    • 0 Yorum