Ayşem KALYONCU

    Ayşem KALYONCU


    SUSKUNLUĞUMU BOZUYORUM

    29 Ağustos 2019 - 14:42

    Şu aralar yine sustum kaldım.

    Tek satır yazımı sizlerle paylaşamadım. Ne yapayım kafam bozuktu. Gerçi hala bozuk ama yapacak bir şey yok. Bazı şeyleri yaşamam lazım ya da sınanmam lazımmış ki yaşadım, yaşıyorum ve de ders alıyorum.

    Mühim olan ders almak değil mi? Bedeli ne olursa olsun.

    Artık olaylara bu şekilde yaklaşıyorum; yoksa kafayı yemekten kendimi kurtaramam.

    Bir zaman çok aşık oldum, fakat çok yanılmışım. Öyle ki kendime konduramamış, aşkımı kollamışım. Mermi çoktan kalbime girmiş ama aşktan silahlara, silah sesine bile inanmamışım. Kurnaz sayarken kendimi, kargaları yüzüme güldürmüşüm.

    Üzerinden yıllar geçse de artçıları devam eden geçmişin geleceğimi yönetmesine izin vermişim.

    Utanılacak bir uzak akraba gibiyim artık kendime. Ama artık anlamını kaybetmiş bir yüzük gibi çıkarıyorum parmağımdan geçmişi…

    Sizlere yaşanmışlıklar üzerine sabahlara kadar yazabilirim, sonuçta herkesin bir hikayesi var. Ben hikayelerimi bir kitapta toplamaya karar verdim. Hatta giriş bölümünün bir paragrafını şu an sizlerle paylaştım. Tamamı çok yakında, inşallah…

     

    LÜZUMSUZ ÜNİVERSİTELER

     

    Bilmem nerelerde üniversiteler açılıyor. Özellikle İstanbul’da. Yedi tepeli İstanbul şimdi oldu neredeyse on yedi tepeli…Öyle çok genişledi öyle çok inşaatlar, yeni yerleşim ve yaşam merkezleri türedi ki ne zaman buralardan geçsem bir binanın tepesinde garip garip isimli üniversitelerin açıldığını görüyorum. Ne kampüsleri var ne ek binaları.

    Üniversiteye kapak atmaya çalışan çocuklar oralara gidince hayatlarının düzeleceğini sanıyorlar.

    Hep söylüyorum yine söyleyeceğim iyi olmayan üniversiteye gideceklerine, üniversiteye gitmesinler. Gitmeyin! Paranıza günah.

     

    YURTDIŞI YAŞAM

     

    Bir yurtdışı sevdasıdır gidiyor şu aralar. Herkes bir yerlerden ev alıp oturma izni, dolaşım hakkı, vatandaşlık alabilme peşinde.

    İnsan nasıl ve nerede bir yaşamı sevdiğine ilerleyen yaşlarında ancak karar verebiliyor. Örneğin ben anladım ki Selanik’te çok rahat yaşarım. Benim hayat standartlarıma göre son derece dengeli buluyorum Selanik’te yaşamı. İklim harika, şehir İzmir’in neredeyse kopyası. Kordon boyu, sokakları, evleri, bana İzmir’i andırıyor.

    Ayrıca “hayat” diye bir şey var. Fark ettim ki Yunanlılar hayatın tadını çıkarmaya çalışıyorlar, doğrusu bunu nasıl yapacaklarını gayet iyi biliyorlar.

    Konserler var, tiyatrolar var, müzik var. Ayrıca ülkemizden daha güvenli. Gidebilir miyim bilmiyorum. Anne tarafımın Selanikli, baba tarafımın Giritli olmasının ne derece etkisi var Yunan yaşam tarzına sempati duymamda, bilemesem de ben Selanik’te yaşarım. Ama, İzmir’e de geri dönerim.

     

    NASIL ÖLECEĞİMİZİ BİLEMEYİZ

     

    İnsanlar dünyaya anne rahminin güvenliğinden çekilip alınarak gelirler. Soluk almak zorunda bile olmadığı, karnının acıkmadığı, sıcaklığı hiç değişmeyen, hiçbir şey için emek harcamak durumunda kalmadığı anne rahmini terk edip ilk soluğunu aldığı andan itibaren, yaşamın içinde çok sayıda korkunun onu beklediğini bilmez.

    İnsanın en büyük korkusu, bu dünyada bir başına olduğu düşüncesinin gerçek olduğuyla karşılaşma korkusudur. Hiç kimse nasıl öleceğini bilmez, düşünmek istemez. Ama öleceğimizi biliriz.

    Peki öldürüleceğini, işkence edilerek canının alınacağını bilebilir mi? Hepimiz aynı filmin içindeyiz. Ama kadınlarımız haince, gaddarca öldürülmekteler.

    Kimse Emine Bulut gibi ölmek istemez. Emine Bulut’un haykırdığı gibi, kimse ölmek istemez. Hele de bu şekilde…

    YORUMLAR

    • 0 Yorum