BİZANS, KONSTANTİNOPOLİS VE PONTUS


Yerel seçimlerin İstanbul’da yenilenmesinin kuşkusuz pek çok sonucu oldu.

Hatta bu satırların yazıldığı sırada seçim henüz yapılmadığı için şu anda bilmediğimiz daha pek çok siyasi sonuç doğuracak bu seçim.

Amacım bir siyaset yazısı yazmak değil, zira siyaset konusunda yazmayı sevmem. Lakin süregelen siyasi tartışmalarda her ilgilenene, değişik konularda, futbol deyimiyle pek çok pas atılıyor.

Bana atıldığını düşündüğüm pas da Pontus ve Konstantinopolis tartışmasıydı ki ben buna Bizans’ı da ekledim.

Bu kısacık yazıda İstanbul’un ve Trabzon’un tarihin anlatacak değilim elbette. Yalnızca kültürel bir analiz ve tespit yapmakla yetineceğim.

‘Tarihsel süreçte yaşamlar değişebilir, halklar değişebilir, aynı halkta milliyet değişebilir, dinler değişebilir ama kültürler değişmez. Onlar evrilir, gelişir. Zira kültür temeldir.’

Kültür dediğimiz, Marksist söylemle ifade edecek olursak eğer, insanın üretim sistemiyle ilişkisi, antik Yunan filozoflarının görüşüne göre ise insanın doğa ile ilişkisidir.

Aslında bu ikisi beraberdir.

Bir insanın kültürünü ilk olarak nerede, hangi iklimde ve hangi ortamda yaşadığı, sonra da yaşamını nasıl ve ne yaparak sürdürdüğü ve geçimini nasıl sağladığı belirler.

Din ise kültürün bileşenlerinden biridir. Din tanrısal olmakla birlikte uygulaması kültür ile ilgili bir konudur. Yerleşik temel olan ise kültürdür.

Yukarıdaki paragraf aslında çok uzağa gidebilir ama götürmeyecek, konuya döneceğim. Son günlerde Konstantinopolis ve Pontus tartışmaları siyasi alanda adeta bir suçlama şeklinde cereyan ediyor ve bunlara kültürel dünyadan hiçbir görüş ya da tepki yükselmiyor, varsa yoksa siyaset konuşuluyor.

İlk olarak Konstantinopolis’ten söz edeceksek, bu kentin ismi 11 Mayıs 330 günü, Roma imparatoru 1. Konstantin’in bu kenti yeniden kurarak Roma İmparatorluğu’nun yeni başkenti ilan etmesiyle bu şekle dönüşmüştür. Kenti kuran kişi doğal olarak buraya ismini vermiştir. Bundan önce de kent Bizans olarak adlandırılmaktaydı ve bu ismi de olasılıkla MÖ. 657’de şu anda Topkapı Sarayı’nın olduğu yerde, Byzas adlı bir komutanın ilk kenti kurması temeline dayanmaktaydı.

Hıristiyanlığa yakın bir kişilik olan 1. Konstantin, bir pagan yani çok tanrılı olan ve Hıristiyanlığın da uzun süre mücadele ettiği bir kültürün üzerine kendi kentini inşa etmiş ve kültürel sürekliliği sağlamıştır.

Zira bütün liderler gibi o da kendisinden önce var olan kültürün değerini bilmiştir. Bu olaydan tamı tamına 1123 yıl 18 gün sonra Osmanlı da bu güzel kenti fethetmiş ve İstanbul kültürünü başka bir isimle devam ettirmiş, bu süreçte İslam kültürünün Osmanlı üslubundaki uygulamalarıyla zenginleştirmiştir. Bu arada Osmanlı bu kentte bir yapıyı yıkmak şöyle dursun, Bizans’tan miras bir tek musluğun dahi yerini değiştirmeden bunu yapmıştır.

Zira Fatih Sultan Mehmet başta olmak üzere tüm Osmanlı sultanları yalnızca devletin başı değil, çok iyi eğitilmiş, son derece vizyon sahibi liderlerdir.

Hatta o kadar ki kendilerini hem Bizans’ın hem de Osmanlı’nın İmparatoru olarak kabul ettirmeyi de bu büyük vizyonun haklı bir sonucu olarak görmüşlerdir. Böylece hem Doğu’nun hem de Batı’nın imparatoru olmuşlardır. En büyük kiliseyi yani Ayasofya’yı kendi en büyük camileri, bir anlamda Ulucami konumuna getirmişler, ismini dahi değiştirmemişler ve Yunanca olan Kutsal Bilgelik anlamına gelen ismini dahi korumuşlardır.

Ona o kadar önem vermişlerdir ki İstanbul’un fethinden 100 yıl sonra en büyük cami olarak Süleymaniye’yi inşa ettirdiklerinde dahi onu başka bir tepenin üzerine konumlandırmışlar, adeta Ayasofya’yı gölgelemek istememişlerdir.

İstanbul’a aynı anda Dersaadet ismini de İslambol ismini de, uluslararası ismi Konstantinopolis’i de vermişlerdir.

Dahası, Cumhuriyet döneminde kentin ismi de yine Yunanca bir sözcük olan Stinpoli’den hareketle İstanbul olmuştur.

Ayrıca İstanbul İki Pontus arasında yer alır. Eski haritalara baktığımızda Marmara Denizi yerine – ki Marmara ismi İstanbul’u 1204 yılında işgal eden Haçlılar tarafından kullanılmış Yunanca kökenli Latince bir isimdir ve Mermer Denizi anlamına gelir- Propontis, Karadeniz yerine de Pontus Euxinus isimlerinin kullanıldığını görürüz.

Öncelikle Pontus ya da pontos eski Yunanca’da deniz demektir. Yani öyle korkulacak bir anlamı yoktur. Pontus Devleti dediğimizde de yine bir Deniz Devleti olduğunu anlarız.

Nitekim merkezi Trabzon olan bir devletin kara devleti olacak hali de yoktur. Zaten Ortaçağ’da, İstanbul’da da toprakları bulunan Pisa, Cenova, Venedik ve Amalfi gibi devletler de kendilerine ‘Deniz Cumhuriyetleri’ adını vermişlerdir. (Repubbliche Marinare).

Pontus Rum Devleti olarak bildiğimiz devlet aslında Roma’dır. Yani Doğu Roma’nın, başkenti işgal olunca, bir bakıma sürgünde kurmuş olduğu devlet. Malum Rum, aslında Roma’yı, doğusuyla ve batısıyla anlatan bir terimdir. Osmanlı Sultanı kendisini han, padişah ve sultan dışında Kayser-i Rum yani Roma imparatoru da olarak isimlendirmiştir.

İsimlere dönecek olursak eğer, Marmara’nın eski isimlerinden olan Propontis, pro ön takısı nedeniyle ön deniz anlamına gelir. Yani bir anlamda kuzeydeki asıl denize çıkıştan önce bir oyalanma yeri olarak isimlendirilmiştir.

Karadeniz’in eski isimlerinden olan Pontus Euxinus da ‘misafir sevmeyen deniz’ anlamına gelir ki bu da hoyrat bir denizin ne kadar zarif bir tanımlamasıdır.

Yakın ilgi duyduğum kelime bilim üzerinden bazı kavramlar konusunda görüş belirtmek istedim.

Aslında yazılacak daha çok şey var ama onları da artık başka bir yazının konusu yapalım. Özetle isimleri ne olursa olsun tüm coğrafyamız bizimdir ve bize, öncekilerden miras kalmıştır.

Öncekiler de tarih boyunca yaşamış ve tüm sahip olduğumuz medeniyete taş koymuş, bu medeniyeti koruyup yükseltmiş kişilerdir.

Milliyetleri ve dinleri ne olursa olsun. Görevimiz de her şeyden önce onların bize bırakmış olduğu miras sahip çıkmaktır. Aslolan, kökenlerini günümüzden 12 bin yıl önce Göbeklitepe’de gördüğümüz kültürün devamı olduğumuzu kabul etmektir, yani kültürel sürekliliktir.