KÜÇÜKKUYU’DA PAZAR, GÜNLERDEN CUMA


Gelin bugün sizlerle pazara çıkalım, bir kasaba pazarına. Her Cuma günü kurulan ve yaşlısından gencine,erkeğinden kadınına, kasaba halkının dört gözle beklediği o pazara, Küçükkuyu Pazarı'na.

Küçükkuyu neresi diyenleri de merakta bırakmayalım. Kendisi, Çanakkale’nin Ayvacık ilçesine bağlı Kuzey Egeli bir sahil kasabasıdır. Balıkesir’in uç kasabası Altınoluk’la sınır komşusu olur. Denize kıyısı olan pek güzel bir balıkçı limanı ve pazar alışverişiniz bitince iki adım yürüdükten sonra oturup rengarenk teknelere ve masmavi gökyüzüne karşı keyifle bir yorgunluk çayı içeceğiniz kahvehaneleri vardır.

Ben bahar ve yaz aylarının pazarlarını sonbahar ve kış aylarının pazarlarına tercih ederim, onlar çeşitlilik ve renklilik açısından pek zengin olurlar. Bugün misafiri olduğumuz pazar bir ilk yaz pazarı, o bakımdan şanslıyız.

Bu girizgahtan sonra artık pazara doğru yol alalım. Benim için pazara gitme zamanı sabahtır ama sabahın körü de değildir. Çünkü, pazarcıların tezgahlarını düzenleme çabaları sırasında sevmedikleri tek şey sattıkları ürünle ilgili envai çeşit soruya maruz kalmak ve bu sorulara cevap vermektir.

Pazarcı esnafı için mostralıkların seçilmesi, pırıl pırıl parlatılması, inci gibi dizilmesi, hülasa tezgahın albenisi çok önemlidir. Onun için her pazarcının tezgahına ayıracağı zaman çok değerlidir. Ürünün menşei ve bir sürü ahret suali sorma huyumu bildiğim için saat 08.30’dan önce de pazara gitmem.

Haydi başlayalım.

Çaputçuların olduğu girişten giriyoruz, burası kadınların çeşit açısından erkeklere göre torpilli olduğu bir alandır ve hanımla fiziki mesafemizin açılmaya başladığı yerdir.

Allahtan nalburiye ve ev ihtiyacıyla ilgili bilumum alet edevat sergileri hemen sonrasında başlar da aramızdaki mesafeyi bir süreliğine askıya alırız. Yavaş yavaş baharatçılar ve kuruyemişçilere doğru yol alırken tekrar yan yana geldiğimiz yer peynircilerin başladığı noktadır.

Az kalsın söylemeyi unutuyordum, Ege’nin neresinde olursanız olun, hangi pazara giderseniz gidin siz siz olun eğer sabah pazarcısıysanız kahvaltı yapmadan evden çıkın, çünkü peynircilerin size tattırmak için kestikleri peynir parçaları evde kahvaltı hazırlarken kestiğiniz dilimlerden büyüktür.

Elinizde ola ki bir simit varsa hiç şüpheniz olmasın size oracıkta hemen bir bardak çay söyleyen bir peynirci çıkacaktır. Eğer bu ikramı ile kalbinizi kazanan o esnaf, damağınızı da peynirleriyle kazandıysa, artık o sizin peynircinizdir, mümkün değil ayaklarınız artık başka peynirciye gitmez.

Peynirlerinizi ihtiyaca göre parçalara ayırmak, onları vakumlamak, hatta Pazar boyunca elde taşıyıp yük etmemek için "buzdolabında paketinize bir yer ayarlayıp dönüşte alırsınız" demeleri yok mudur, size içinizden gelen bir helal olsun çektirir, esnaflık buymuş der yaşadığınız büyük şehirlerdeki şatafatlı şarküterilerin bıçak ucuyla tattırdığı minicik peynirleri aklınıza dahi getirmek istemezsiniz.

Zerzevatçılara doğru yaklaşırken burnunuzun direğine vuran domates kokusu sizi kendine çeker, pazarcıya Kösedere’mi diye sorarsınız, daha iki üç haftası var abi, bunlar Denizli, Acıpayam derken siz o domatesi burnunuza yaklaştırmış, içine girmeye çalışırsınız. Eliniz, o domateslerin yanı başında duran yeşil biberlere gider ama ikinci bir hayal kırıklığı yaşamamak için biraz ilerideki köylü kadınlara kadar sabretmeyi düşünürsünüz, çünkü aklınızda yerli bir bahçe biberi almak vardır.

Yan tezgahta beyaza çalar uçuk sarı taze fasulyeyi görünce “badalan fasulye de çıkmış” dersiniz kendi kendinize... Ama sonra aklınız başınıza gelir, “Ağustos’ta çıkar o” deyip taze beyaz fasülyenin güzelliğine dayanamayıp yarım kilo tarttırırken, “ben de biraz börülce, biraz taze fasulye gibi bişey aldım” diyen hanımın sesini duyar ilk defa gördüğünüz bir fasulye cinsiyle oracıkta tanışırsınız ama o fasulyenin ne ismini ne de cinsini satan da bilmez.. Kendi kendinize “endaze börülcesinin biraz küçüğü ama...” deyip filenin içinde ona da bir yer ayarlamaya çalışırken, pazarların bulunduğu bölgenin, sizin bilmediğiniz yöresel ürünlerini de öğretmeye vesile olduğunu aklınızdan geçirirsiniz.

Necibaki’nin oğlu Kasap Kudret’in önünden geçerken “oğlak zamanının da sonuna yaklaştık ama bi sormakta fayda var” deyip içeri girer sıra bekleyenlerin çokluğunu görünce tornistan edersiniz. “Yarın sorarız nasıl olsa o hep burada” der, bir şey almaya niyetiniz olmasa bile, Kazdağları’nın otları konusunda uzman olduğunu bildiğiniz Muammer Bey’e doğru yürür hal hatır eder, tezgahındaki otların şifaları hakkında itina ile yazdığı etiketleri okumadan yapamaz, bugünlerde yeni toplayıp zeytinyağına bastığı sarı kantorondan almadan oradan ayrılamazsınız.

Eh artık sıra yumurta, yöresel otlar, ekşi mayalı ekmek ve bahçe sebzeleri almaya gelince yolunuzu köylü pazarı sokağına çevirir kendinizi Bayramiçli Sevinç Abla’nın tezgahının önünde buluverirsiniz. Sarı Buğday, Karakılçık gibi atalık tohum buğdayları ondan sorulur. Ekmeğine yetişen şanslı, yetişemeyen haftaya Cuma’ya daha erken gelmeye kararlıdır. Bahçe biberini, maydanoz, dereotu, taze iç baklayı ve mevsiminde yetişen meyveyi bu sokaktaki üreticilerden güvenle alırsınız

Ağırlaşan fileleriniz ve düşen omuzlarınız size artık yorulduğunuzu hatırlatır ve yavaş yavaş limandaki kahvehanelerden birinin yolunu tutarsınız.

Kuzey Ege’de, Küçükkuyu’da bir Cuma pazarı daha geride kalmıştır. Pazartesi’nden sonra Cuma’ya kadar gün saymaya başlarsınız.