İZMİR'İ ARADIM, İZMİR'DE


Gazetecilik okulunu bitirdikten sonra karmakarışık bir kafayla, apar topar ayrıldığım İzmir’e tam otuz dört yıl sonra döndüm. Yirmi yıl Adana’da, on dört yıl da İstanbul’da geçirdikten sonra “yeter artık, bundan sonra kendim için yaşayacağım” diyerek, tası tarağı toplayıp “eyvallah” dedim.
Tamam eyvallah da, nereye doğru eyvallah..! Gitmek istediğim yeri tam olarak
biliyordum desem yalan olur. Önce kafamdaki iyi bildiğim yerleri düşündüm, eşe
dosta sordum, orası olmaz, burası olur, burası olmaz, orası olur derken, abartısız bir
yıla yakın, yerleşecek yer aradım. İstanbul’dan uzak olsun da neresi olursa olsun
derken, bir yandan da eşimin tercihlerini göz önünde bulunduruyordum.
Benim soğuğa karşı, onun sıcağa karşı tepkisi var. Yani ne kuzey ne güney, en iyisi
batı. Çıktık yola, tüm Ege’yi gezdik, hem de birkaç defa. Kaç yerde karar kıldık,
arkamızı dönünce vazgeçtik.
Gezilerimizin birçoğunda İzmir’e de uğradık. Çevresinden dolaştık, içinden geçtik.
Her defasında ah, vah ettim. “Hani benim bıraktığım İzmir?” dedim.
Ama ne olduysa oldu, arkadaşlarımızın, dostlarımızın çok olması, geçmiş yılların
hatırı, fikrimizi birden İzmir’den yana çevirdi. Olur mu, olur dedik. Başladık uygun bir
ev aramaya.
İlk arayışımızda üç gün kaldık, bulamadık. İkinci gelişimiz bir hafta sürdü. Bu arada
Çin dolaylarından koronavirüs dalgası yayılmaya başlamıştı. Ancak İzmir’de herkesi
rahat görünce, biz de öyle davrandık.
Özellikle de Hatay-Balçova arasında mekik dokuduk. Bornova’ya baktık, Buca’yı
dolaştık. Daha öncesinde Seferihisar, Karaburun, Güzelbahçe’yi gezdik. Öğrenciliğim
sırasında görmediğim, bilmediğim yerleri dolaştım, hem de sokak sokak. Birçok eve
girdik çıktık, birçok emlakçıyla konuştuk, bazılarını beğendik, bazılarına burun
kıvırdık.
Ama sonra kendi kendime düşündüm, “ben ne arıyorum?” diye. Ben gerçekten
İzmir’de oturacak ev mi arıyordum, yoksa başka bir şey mi?
Aslında benim aradığım ev değildi, ben İzmir’i arıyordum. Bir yılı Buca’da, dört yılı
Bornova’da geçen ve bu beş yıl süresince gezmediğim, dolaşmadığım yeri kalmayan
İzmir’i arıyordum.
Bornova’da Küçük Park’ı bulmak için navigasyon kullanmak zorunda kaldım ama
bulduğum yer bıraktığım yer değildi. İçim buruldu. Üniversitenin uçsuz bucaksız
bahçelerinin yerinde koskoca bir mahalle kurulmuştu. Dört yıl yaşadığım apartmanı
bulabilmek için “şuradaki dere boyunca yürüyüp Bornova’nın merkezine çıkıyorduk”,
“şurada lahana tarlaları” vardı diyerek, dolaştım, sonunda yolumu kaybettim. Evin
önünden geçmişim, farkında değilim.

“Gel, sana Kemeraltı Çarşısı’nı gezdireyim, çok beğeneceksin” dedim, eşime. Bir
uçtan bir uca yürüdük. Konak Meydanı’na vardığımızda, hafızamdaki tüm güzel anılar
yıkılmıştı. Sadece “değişmiş” diyebildim.
Kordonboyu’nda bir kafede 'kumru' yedikten sonra, Cumhuriyet Meydanı’ndan geçtik,
Atatürk anıtı önünde fotoğraf çektirip, otuz dört yıl öncesinin pozunu verdim. Sonra
öğrenciyken çalıştığım gazete olan Yeni Asır’ın önünden, o günleri anlatarak
yürüyüp, Kültürpark’a girdik.
Aradığımı bulmaya çalışırken, bir yandan da etrafı tanımaya çalışan eşime eski
İzmir’den bahsediyordum. Anlattıkça gençliğimin en heyecanlı yılları gözümün
önünden film şeridi gibi geçiyordu. Aslında ben, o günlerin İzmir’ini, o yılların
insanlarını, o mevsimlerin havasını arıyordum. Belki de hepsi yalandı, gençliğimi
arıyordum, yürüdüğüm yollarda.
Denize baktım, dağlara tepelere baktım, arada bir arkadaşlarla Konak’tan
Karşıyaka’ya geçtiğim, hayatımda ilk kez bindiğim vapurları seyrettim, batıp,
çıkmayınca boğuldu sandığım karabatakları izledim.
Yürüdük, yürüdük, yürüdük..
Bir de tepeden bakalım dedik, yılların ötesinde bıraktığım İzmir’e.. Kadifekale’ye
çıktık.
Binalar gördük, yollar gördük, delik deşik edilmiş dağlar gördük.
Boynumuzu büktük, geri döndük..!
Şimdi Muğla’dayız.

Sevgili arkadaşım Hasan Çölmekçi’ye, bana, ManşetTürkiye’de yazma imkanı
tanıdığı için çok teşekkür ederim. Yaşamın süzgecinde kalanları satırlarda paylaşmak
dileğiyle.