İYİ MİYİZ?


İyiyiz. Soruyu bile açmadan, cevabı vermek için acele ettiğimin farkındayım. Yoksa tabii ki önce soruyu anlaşılır haliyle yazmalıyım. Şöyle ki; Ülke olarak salgın ile mücadelede iyi miyiz? Başta sağlık sistemimiz, doktorlarımız, hemşirelerimiz, sağlık çalışanlarımız olmak üzere, durumdan vazife çıkaranlar, yardımları kapılara kadar ulaştıranlar, karar alanlar, uygulayanlar, takip edenler ve tedbirlere uyması gerekenler olarak iyi miyiz?
Cevap sadece rakamlara, istatistiklere göre verilmiyor. Onlara göre iyiyiz. Karşılaştırmalı üstünlükler teorisine göre de değil. Karşılaştırdığımızda da iyi çıkıyoruz. Genel iklimi değerlendirirsek de iyiyiz. Detay gibi görünse de, hiç de öyle olmayan fotoğraflara bakıldığında da iyi duruyoruz.
Ancak o da ne? İyi olduğumuza ikna etmede iyi değiliz.
Yurt dışı kaynaklara bakılıyorsa; orada bize yönelik en baştan yalan kurgulanmış ya da eksiğe odaklanmış yeterince haber var. Bunları salgın öncesinin normali ya da salgınla mücadele ortamının panik havası olarak görebiliriz. Öteki ülkeyi, rakip ülkeyi, hatta düşman ülkeyi çarpık haberle köşeye sıkıştırma alışkanlığı. Yani bir tür refleks. Bazen de refleksin ötesinde, öyle göstermeye çalışmak üzere geliştirilen bir strateji. Ancak anlaşılır bir durum. Çünkü, üretilen bunca çarpık haberin geri planında, devasa bir kibir kütlesi var. “Biz bunca gelişmişliğimize rağmen yapamazken, bizden geride duran ve fazladan bin türlü bölgesel dertle uğraşmak zorunda olan Türkiye nasıl olur da başarır?” kibri.
Neyse ki virüs salgınını acımasızlığı, bu kibrin dalgalar halinde büyüyen başka bir salgına dönüşmesine engel oluyor. Yardım malzemeleri ile dolu uçaklarımızın dünyanın dört bir yanına ‘insanlık’ taşıyor olmasının bunda payı var mıdır? Vardır elbette. Yani azıcık insaf kalmış olmalı mutlaka. Yok onlar adına değil, salgın sonrası için insanlık adına umutlanmak üzere olmasını bekliyoruz.
Yurt dışı üretim damgalı haberlerin ve bu ‘yabanıl bakış açısı’nın yurt içinde yansımaları yok mu? Eksik olmasınlar, varlar. Hata bulunca mutlu olan bir bakış ve içe doğru burkulmuş acı bir dil olarak kendilerini gösteriyorlar.
Tekrar tekrar aynı sorular ve bir dizi şüphe… Rakamdan, orandan, gördüğünden, duyduğundan sonuna kadar şüphe ve şüpheyle çerçevelenen alanın dışına çıkamayış…
Başkalarına açıklayamadıkları, ancak kendilerinin emin oldukları(!) kaynaklara göre, aslında durumun hiç de iyi olmadığına kilitlenme durumu.
Şöyle ağzını doldura doldura “kötüyüz tabii, ya ne olmasını bekliyordunuz.!” diyememekten karıncalanma… “Evet işte bunda da kötüyüz.” diyemeden rahata ermeyecek bir ruh hali.
Kimileri de kendince akıl yürütüyor. “İcraat sahiplerini övmede aşırıya kaçanlar var” diyerek “kötüyüz”de ısrar edip durumu dengelemeye çalışıyorlar. “Aman niye övecekmişim, görevlerini yapıyorlar, bir şeyi de başarsınlar canım!” çekimserliğine demir atıyorlar.
Test ve tedavi için alınan ücretler karşılaştırılıyor. İyileşen hasta sayılarına ve oranlarına bakılıyor. Yetinilmiyor, alt açılımları sorgulanıyor. Yoğun bakıma gerek kalmadan iyileşme oranı, yoğun bakım yataklarının doluluk oranı, yoğun bakımda tedavi süresi…
‘İyi’lerin üzerinden hızla atlanarak yetersizliklere ve sorunlara geliniyor. Haksız da değiller(!) Biz de onlara katılıp sıkıntıları soru olarak seslendirebiliriz: Maske dağıtmayı tamı tamına neden beceremedik? Sanki kendimize yetiyormuşuz gibi neden başka ülkelere yardım ediyoruz?
Eksikleri işaret etmek, merak ettiklerini sormak bir yana, en belirgin tabloya bakarak hakkı teslim etmek bir yana. “Salgınla mücadelede ülke olarak iyiyiz.” diyerek, diyebilmeyi başararak, eski alışkanlıklarımızı geride bırakabiliriz. Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını bugünden gösterebiliriz.
Evde kalışımız iyi. Sağlık sistemimiz iyi. Hastalarımız iyileşiyor. İyiyiz iyi.