SÜRÜ BAĞIŞIKLIĞI


İngilizlerin Koronavirüsle mücadele için tercih ettikleri, adaya özel yöntemin adı bu.
Kötülük, adlandırmanın bizatihi kötü oluşuyla başlıyor. Devamı da o yönde geliyor. Ya da
bu ‘berbat adlandırma’ kötü yaklaşımla başlayan ve hep aynı doğrultuda atılan adımların
son zirve noktası: ‘Sürü bağışıklığı’. Yani orijinaliyle: Herd Immunity. Herd, ingilizcede
özellikle koyun ve keçi sürüleri için kullanılıyor. Başka hayvan sürüleri için başka
kelimeler var. Örneğin; kuş sürüsü için flock, kurt sürüsü için pack.
Sürü, insan söz konusu olduğunda, en kibar deyişle özensiz bir ifade. Konuşurken
ağzımızdan kaçıverse de, pekala bir özürle geri alabiliriz. Ancak yazıda kendisine yer
bulmasına ne demeli? Hele kavramlaştırma bunun üzerinden olabilir mi? Hiç yakışık
almıyor, hiç de masum değil.
Sürü, topluca ele almanın karşılığı olarak ve düzensizliği anlatmak üzere ‘pek çok’ yerine
kullanılıyor. Tek tek bakmak, ancak aradaki farkları önce önemsizleştiren, sonra ortadan
kaldıran biçimde yaklaşmak.
İngilizlerin yaptığı bu. Soru şöyle gelebilir: Kendi halkına da mı? Maalesef evet. Dışarıda
yüzyıllardır kullandığı ‘bakış açısı’ yerleşik hale geldiği için içerde de kullanıyor olsa
gerek. Ve daha çok yaşlılarının öleceğini tahmin ediyor, hesabı ona göre yapıyorlar.
İngiliz soğukkanlılığı bu olsa gerek. Soğukkanlılıktan öte ruhsuzluğun, katılığın,
duyarsızlığın en dipteki buz hali.
İngiliz hükümeti korona virüsü ile karşılaştığında, hastalığın yayılmasında bir sakınca
görmedi. Fikrin akıl hocası, hükümetin danışma kurulundaki Profesör Graham Medley
idi. Başbakan Johnson ‘farklı’ yaklaşımı şöyle izah etti: “korona ne kadar çok kişiye
bulaşırsa o kadar iyi olur. Bu aynı zamanda nüfusun önemli bir bölümünün artık
koronavirüs'e karşı bağışıklık kazanması demektir".
Ve basit bir tavsiye ile yetinildi: “Hastalığa yakalandığından kuşkulanan kişiler
kendilerini evde tecrit etsinler ve genel olarak hijyen tedbirlerini artırsınlar.”
Daha geniş izah Profesör Graham Medley’den geldi:
"Size tuhaf gelebilir ama ne kadar uzun sürerse o kadar iyi kontrol ediyoruz demektir.
En kötü senaryo, salgının kontrolsüz ve hızlı bir şekilde yaşanıp bitmesi olur. Böyle bir
durumda 15 hafta kadar sonra kriz sona erer. Bizim tercihimiz hastalığın yayılmasının
çok daha yavaş bir şekilde ilerlemesi ve uzun bir zamana yayılması. Her iki durumda da
toplumun önemli bir kısmı bağışıklık kazanır ama uzamasını, daha yavaş yayılmasını
sağladığımız sürece daha iyi baş ederiz."
Financial Times’a göre ‘İngiltere’nin bu stratejisi bir kumar. Hatta kaybedileceği
şimdiden belli olan bir kumar!’ Bu düşünceye karşı çıkan ciddi uzmanlar da var. Sürü
bağışıklığının ancak aşı ile mümkün olabileceğini ileri sürüyorlar. Örneklerini Çin’den
veriyorlar: “Çin’de neden sürü bağışıklığı oluşmadı?” Ve bir itiraz daha: “Peki virüs
mutasyona uğrarsa ne olacak?”
Bir grup bilim adamı da İngiltere’nin, güya alternatif gibi sunduğu bu yöntemle
çaresizliğini gizlediğini iddia ediyor. Onlara göre İngiltere, uzman personeline,
altyapısına, hazırlıklarına, kısacası; sağlık sistemine güvenmiyor. Karşılaştırmalı bir
istatistik, güvenmemelerinde haklı olduklarını gösteriyor. 100 bin kişiye düşen yoğun
bakım yatağı sayısı Almanya’da 29.2, İngiltere’de 6.6, Türkiye’de ise 43.
Dünya mücadele için çırpınırken, İngiltere’nin yaptığına ne diyebiliriz? “Bırakalım,
toplum ayıklansın.” mantığı mı? “İçimizdeki zayıfları korona seçsin.” yaklaşımı mı?
“Korona’nın seçimi bizim için adalettir.” anlayışı mı? “Ölen ölsün, kalan sağlarla biz sürü
bağışıklığımızın tadını çıkaralım.” planı mı? Yoksa hepsi birden mi?

İnsanlık topluca mutlu olmanın formülünü bulmuştu: “Bir insanın başına bir hal
gelmişse, hepimiz sorumluyuz.” İngiliz gemisi buna çok uzak sularda karaya oturdu:
“Çoğumuz ölse de hiç birimiz sorumlu değiliz.”
Sonuç ne olursa olsun, her ülkenin Korona derdine düştüğü, dünyanın “nereye
gidiyoruz?” sorularıyla kavrulduğu bu kaotik günlerde, İngilizlerin acımasızlığı satır
aralarında kaybolsa da tarih elbette not edecektir.