UZAY HAPİSHANESİNDE MAHKUM OLMAK


High Life

Yönetmen ve senaryo :Claire Denis.

Oyuncular : Robert Pattison, Juliette Binoche,Mia Goth.

1948 doğumlu Claire Denis, Fransız Sineması’nın nevi şahsına münhasır yönetmenleri arasında saygı değer bir yere sahiptir.

Fransız Yeni Dalgası döneminin artçı izlerini taşıyan, Post Yeni Dalga kuşağının yönetmeni olarak tanımlayabileceğimiz Claire, ilk kez İngilizce konuşulan ve bilim kurgu türü (sayılabilir) bir film yapmış.

Tür değişimi onun anlatım dilini değiştirmiyor. Uzun yıllar Wim Wenders, Jim Jarmush’un asistanı olarak çalışan Denis, göreceli olarak gecikmeli başladığı yönetmenlik kariyerinde, Wenders etkisi olan minimalist bir anlatı dilini kullandı.

Karakterlerini aksiyon içinde göstermekten çok gündelik işleri içinde, boş anlarında göstermeyi tercih etti. Zamanın özgürce akışı seyirciyi olay sınırlarının örgüsünden kurtararak kendi zihinsel sürecini harekete geçirmesine yardımcı olur.

İlk 3 filminde sömürgecilik ve sömürge insanı konusunu işler. Çocukluğunu geçirdiği Kamerun, Somali, Burkina Faso gibi Afrika ülkelerinde bu konuyla çok iç içedir.

İnsan doğasının şiddeti, cinsellik, çocuk/ebeveyn ilişkisi onun başat konuları arasındadır. “High Life” her ne kadar bilim kurgu türü olarak geçse de (kendisi olmadığını ifade ediyor), baba çocuk ilişkisi, insan ırkının geleceği ön planda işlenmiş. Denis’in bu aralar kafa yorduğu konular olmalı.

İnsanlığın geleceği üzerine karamsar bir deneme “High Life”. İdama mahkum suçlular, hapishaneye dönüştürülmüş uzay gemileri içinde uzaya gönderilir. Uzayda radikal deneylerin kobayları gibidirler.

Geri dönüş ihtimalleri yoktur, dünya ile iletişim imkanları bile son derece kısıtlıdır. Hükümetlerin suçlularla mücadele yöntemi, bir nevi temizlik operasyonu olarak düşünülmüştür.

Mahkumlar kara deliğin içinden geçmek, uzayda insani yaşam koşullarını araştırma, radyasyon ölümleri gibi konularda bir nevi kobay durumundadırlar. Başlarındaki Doktor Dibs (Juliette Binoche) biyolojik yaşamın sürdürülmesi için üreme üzerine deneyler yapmaktadır. Erkek tutuklulardan aldığı spermleri kadın tutuklulara aşılayarak, tüp bebek yöntemiyle uzayda insan türünü yaşatmaya deneylemektedir. Dips’de diğerleri gibi suçludur. Gemide dünyada yetişen bitkilerin olduğu bir plantarium bile vardır.

Kız arkadaşını öldürmekten mahkum Monte (Robert Pattison) ve uzayda doğan kızı Widow arasındaki ilişkiyi odak noktasına alan öyküde, şiddet, seks ve vücut sıvıları içeren oldukça cüretkar sahneler eksik değil.

Denis bu konularda elini korkak tutmayan bir yönetmen. Uzay gemisi tasarımı, kullandığı renkler, yarattığı atmosferiyle mistik bir evren olarak karşımıza geliyor. Yavaş ve sakin bir açılımla giriş yapıyor öykü.

Uzayda, geminin dışında panel kapağını tamir etmeye çalışan Monte’yi izliyoruz. İçerden gelen bebek sesi, onun yalnız olmadığını gösteriyor. Kamera yavaşça içeriye sevimli bir kız çocuğuna kayıyor.

Sanki dünyada evin damını onaran baba ve odadaki bebek gibidir. Buradan başlayarak geçmişe dönüşlerle öyküyü anlıyoruz. Uzay gemisi sessiz, sakin, sofistike yuva sıcaklığında ailevi bir mekan gibi.

Denise Clair’in yıllardır birlikte çalıştığı müzisyen Stuart Staples ve grubu Tindersticks minimalist müzikleri atmosferi mükemmel tamamlıyor. Solaris” veya “2001 Uzay Macerası” esintileri taşıyan , felsefevi bir bilimkurgu “High Life”. “Interstellar-Yıldızlar Arası”nın hızlı temposunu, paralel evren problemlerini kimse beklemesin. Dünyevi yaşamı uzay boşluğuna taşıyan bir film.

Oyunculuklarda Pattison atmosferin sakin akışına uyumlu bir karakter çiziyor. Binoche her zamanki gibi cüretkar, sıradışı bir kimliği muhteşem yorumluyor.

Dünyadan 250 ışık yılı daha uzakta olan bir uzay gemisinde söz konusu insan ve tutkuları olunca fazla değişen bir şey olmuyor. Şiddet ve ölüm değişmiyor. İlginç, aynı zamanda zihni meşgul eden bir film.