EN BÜYÜK DEPREM İNSANLIĞIN YÜREĞİNDE


Yeni bir depremle yeniden korktuk..

Kısa sürede olsa kendimize gelip, sevdiklerimizi arayıp amansız merakımızı, endişemizi dindirmeye çalıştık. Sosyal medyada hemen tiye alan videolar çektik. Televizyon kanallarında 'prime time’da programların konusu yaptık.

Arkasından hızımızı alamayıp, en çok sevdiklerimizi arayıp ölümlü dünya, her şey bir anlık, türünden cümlelerden bolca kullanıp, değişim kararlarımızı hızlıca verdik.

Sahip olduklarımız için şükrettik, paranın pulun, her şeyin boş olduğunu, insan hayatından daha değerli hiçbir şeyin olmadığına karar verdikten hemen sonra ölümcül rekabete tutuştuğumuz herkes ve her şeyden bir anda vazgeçtik.

İçinde iyilik, huzur kelimeleri geçen uzun devrik cümleler kurduk manifestoya varan.

Afrika’da açlıktan ölenleri, 21. yüzyılda zulüm gören azınlıkları, savaşın her an ensesinde yaşama tutunmaya çalışanları bir çırpıda unutuverdik. Depremde toplanılacak yerler, depremden korunmanın yolları, sırt çantasında olması gereken iaşe gibi bir çok detayı bir çırpıda haberlerin konusu yaptık.

Dünyanın kirlendiği, çölleştiği, depremlerin yüksek bir olasılık olduğu, felaketlerin dünyanın dört bir tarafında her an kendini hatırlattığı bir dünyayı biz yaratmadık mı?

HES'ler ile varoluş döngüsünü bozduğumuz ırmakları, altında “her kadının hakkı diyerek” altını üstüne getirdiğimiz madenlerin pırlantalarını, pervasızca atıklarımız ve sorumsuzluklarımızla ısıttığımız dünyanın çöllerini hiç aklımıza getirmeden insanlık çatısı altında aynı sofrada buluştuk deprem sohbetine daldık.

En büyük israfı kendi yeteneklerimizi çöpe atarken yaptık. İlk başta onları israf ettik. Dostlarımızı, değerlerimizi, iyi yazılmış şiirlerin şairlerini, heveslerimizi israf etmekte elimizi korkak alıştırmadık hepsinden bir anda vazgeçtik.

12 bin yıllık medeniyet tarihimizde iyiye, güzele dair ne varsa önce onları israf ettik tarih kitaplarında.

Önce Anadolu’dan vazgeçtik, kitaplar yazdık uğruna “Araba Sevdası” olduk Recaizade Mahmut Ekrem’in kalemine düştük.

Sözde aktivistlerimiz, boş zamanlarında sosyal sorumluluk projeleri yürüten mühim kişilerimiz. Sırça köşklerinde sıkılıp Anadolu yollarına düşüp tohumun, toprağın, tarımın nemasından saltanat yaratanlar.

Yürütülen projelerin altı boş, üstü pazarlama kokan algıları. Dünyayı iyileştirmek adına attığımız her adımın ardında rant yaratma derdimiz.

Daha iyisi için yok saydığımız, yeteri kadar iyi olmayan her ne varsa bu gün dünyayı yok ediyor.

Irmaklara, hayvanlara, çiçeklere, yeteri kadar güçlü olmayanlara, sırasını bekleyenlere, saygıda kusur etmeyenlere, vasatın arkasına sığınmayanlara ettiğimiz eziyetten vazgeçmeye hazır mıyız?

Bilmem kaçıncı ayakkabının adedini paylaşmaktan, yazlık, kışlık, mevsimlik yuvalarımızın tapusuna sıkıca sarılmaktan vazgeçebilecek miyiz.

Tasavvuf naraları atarken güzelim dost sohbetlerinde, benim sadık yârim kara topraktır deyip bir pula sattığımız kurdun kuşun hakkını geri verebilecek miyiz.

Peki yarın ne olacak. Bu sefer sözümüzü tutacak mıyız?

Hasede boğulmuş yüreğimize yeni bir format atabilecek miyiz.

İyilik, Mevlana, Osho etiketlerini bolca kullanırken arkadan çevirdiğimiz ayak oyunlarımız. Gıybetten, başkasının rızkına göz dikmekten kendimizi alıkoyamadığımız tek günümüz yokken hala daha değişmeye kararlı mıyız?

Sadece dünyanın deprem yaşadığını düşünüyorsak yanılıyoruz.

En büyük depren insanlığın yüreğinde yaşanıyor.

Önce erdem kırıldı rayından çıktı, sonra dürüstlük epey övgü aldı, kırılanların gönlünü anlık hafiflettik.

Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde epeyce bir yol aldık. Kendimizi gerçekleştireceğimiz son basamakta insanlığa takıldık.

İşte orada himmetin en büyüğüyle sınandık.

İnsanlık sadece kendi türüyle değil toprakla, suyla, mevsimle, tarihle çevresinde ne varsa hepsiyle akıl almaz bir savaşa tutuldu.

Önemli kaleler fethetti bu uğurda. Tarımı, teknolojiyi, sanatı 12 bin yılın şanlı geçmişine hediye etti. Geleceğe methiyeler düzerken, meydan okudu yaşama.

Depreme karşı dayanıklı şehirler, küresel ısınmaya karşı yeni üretim modelleri, kuraklığa karşı akıllı şehirler hepsi tamam da…

Ya insanlık...

Yeniden tasarlamak mümkün mü….

Eğer kendini gerçekleştirmek yok etmek, yıkmak, kalp kırmak, dünyanın düzenini bozmak ise Maslow’un teorisi çoktan çökmüş demektir.

Şimdi yeni bir teori lazım bize…

Kendini gerçekleştirmekten önce çevresinin gereksinimleriyle uyumlu.

Paha biçilemez maddi kazanımlardan bağımsız manevi hazları çoğaltan.

Önce kendiyle dost…

İnsanlığın kadim bilgilerini yüreğine not etmiş.

Geçmiş tüm arazlarını reddeden yeni bir söylem lazım….

Tencerelere kazınmış yanıklar, tortusu saklı kalmış yaralarımızdan azade yeni bir söz lazım.

Belki yeniden başlamak mümkün olur…

Belki dünyada deprem olmaz bir daha…