ANADOLU'DA KADIN OLMAK (5)


Bazen düşünüyorum da yoksa bizi bu gezegene gönderen medeniyet geleceğimizi mi biliyor muydu?

Yine de gelecek paranoyası ile kadınını kara cahilliğe mahkum eden bir toplumda, bireyin gelişmesi çağın gereklerine göre olamamaktadır. Ahlaken çökmemiş, bilgi olarak çağı anlamış toplumun oluşmasında batan bir gemideki kurallar geçerli olmamalı diye düşünüyorum.

Önce kadınlar ve çocuklar eğitilmelidir.

Geçmiş tecrübelerin oluşturduğu bilgi ve deneyimlerin bazen kendini beğenmiş eğitimli şehirlileri nasıl şaşırtabildiğine defalarca tanık oldum.

Bu konudaki unutamadığım örneklerden birini 17'li yaşlarımda Mardin Kaletepesi mevkisinde yaşamıştım. Kovboy filmlerinin hayatımızı birebir etkilediği mahalle aralarında dekmancılık (kovboyların kasabada birbirine ateş ettikleri durum) oynadığımız zamanları geride bırakırken bir arkadaşımla Anadolu'yu atla dolaşmak gibi bir arzu duyuyorduk.

Mardin yakınlarında Jandarma Karakol Komutanlığı yapan bir ağabeyim o bölgede ucuz at bulabileceğimizle ilgili bizi cesaretlendirip biraz da yardım edince hayallerimiz gerçek olmuştu. Seyahatimiz Mardin'den başlayıp batıya doğru devam edecek Kayseri'de Erciyes dağı eteklerinde bitecekti.

Atları burada verecek bir köylü bulamazsak Erciyes'in güney tarafında yaşayan yılkı atlarının arasına salacaktık. Yolculuğumuz yaklaşık 500 kilometre kadar sürecekti. Seyahatimizin ilk haftası idi. Güneydoğu Torosları'nın Mardin Siverek arasındaki bölümünde Kaletepesi mevkisine gelmiştik. Bütün gün yol almış içme suyumuzu tüketmiştik. Yalnız bizim değil, atlarımızın da suya ihtiyacı vardı.

Akşama yakın uzağımızda koyun sürüleri ve bir oba fark ettik. Bu suyun da müjdesi idi. Obaya yöneldik. Çoban köpeklerinin yaygarası arasında çadırlardan, kapısında insan beliren birine yöneldik.

Güneşin ve rüzgarın yalaya yalaya yüzünü bronz heykele döndürdüğü yaşlı bir kadın bize bakıyordu. Kadına selam verip, nerede su bulacağımızı sorduk. Kadın başımızdaki kovboy şapkaları, özenti çizmelerimiz, kot pantolon ve yeleklerimizle kendisine ait olmayan bir dünyayı temsil eden bıyığı yeni terlemiş bizlere uzun uzun baktıktan sonra "size mi?" diye sordu.

Cevabımızı beklemeden çadıra anlamadığımız dille bir şeyler söyledi. Biz kendi aramızda arkadaşımla şakalaştık. "Giringo bunlar Meksikalı olmalı"...

Biraz sonra genç bir çocuk elinde tuttuğu koca bir tas ayranla benim yanıma geldi. Tası bana doğru uzattı. Tası alıp tam kafama dikecektim ki içinde kocaman iki parça kömürün döndüğünü gördüm. O kadar susuzdum ki ne olursa olsun içerdim. Tası ağzıma götürüp içmeye başladım. Ama her defasında kömür ağzıma yaklaşıyor, ben de durmak zorunda kalıyordum.

Hiç değilse boğazım ıslandı deyip tası arkadaşıma uzattım. O da kömürleri görünce hafif bir sarsıntı geçirdi. Ama çaresiz ayranı yavaş yavaş içmeye başladı. Arkadaşım tası ağzına götürdüğünde kadının da muzip muzip bizi izlediğini fark ettim. Kadın bekleyen çocuğa bir şeyler daha söyledi. Çocuk bu sefer içinde su olan bir bidonla geldi. Suyu bana uzattı. Gözümü bidonun deliğine dayayıp baktım. Su temiz görünüyordu. Bu sefer kadın dayanamayıp söze girdi:

"Su temizdir. Rahat rahat iç. Ayrana kömürü bilerek koydurdum, belli ki çok susuzdunuz. Birden içip hasta olmanızı istemediğim için kömür attırdım. Böylece yavaş yavaş içtiniz."

Yaşantımızı sürdürürken seçtiklerimiz, mesleğimiz, öğrendiklerimiz, dünya görüşümüzden, hayat tarzımıza kadar birçok konuda belirleyici oluyor. Bunu kendi hayatımda çok açık görebiliyorum. Anadolu'nun ücra köşelerinde tanık olduğumuz hayatların dramatik yönleri kadar öğretici yönleri de merak duygumu kamçılayan faktörlerin başında gelir.

Bu sayfalarda uzun uzun dramlar ensest hikayeler ve yaşam sorumluluğunun yüklediği çilelerin yazılabileceğini biliyorum. Bu tür yazılar zaten günlük hayatımızın içinde haberler vasıtası ile bizlere ulaşıyor. En trajik öykülerin en acımasız, gaddar hikayelerin kahramanları ne yazık ki biz insanlarız; ve mutlaka kahramanlarımızdan biri ya da birkaçı da kadındır.

Her sebeple dostlarıma yine de Anadolu'da ana olmanın sıkıntılarının yanında insana gurur veren bir yanı olduğunu söylerim. Çünkü, eğitip şehirlerde hayata katılan kadınlarımızın sorunları da hiç yabana atılacak gibi değildir. Onların da kendi dünyalarındaki sıkıntıları, onları bunaltacak kadar fazladır. Hatta bir köy yerinde çeşmeden su taşımayı isteyecek, bunu çile görmeyecek kadar da yoğundur.

Kırsal kesimin sorumluluklarından, acılarından kaçarak kentlere gelen kadınların hayatı köylerdekinden daha acımasızdır. Köyünde dolaşma özgürlüğü olan kadın büyük kentlerin cazibesi ile kentlere geldiğinde sosyal refahı ile birlikte dolaşma özgürlüğünü ve üretme kabiliyetini de kaybederek zamanı kesinleşmemiş mahkumlara benzer.

Bana göre insanları coğrafyalarından oynatmamak gerekiyor.

Düşünüyorum ki insanlarda bitkiler gibidir. Tıpkı geliştikten sonra toprağından sökülen çam ağaçları gibi büyük çoğunluğu bir daha asla yeşeremiyor. Çam ağaçları yönleri bir pusula kadar hassas algılarlar. Eğer dikilirken söküldüğü alandaki yönlerine sadık kalınmazsa asla gelişemezler.

Coğrafyasında yaşayamayan insanlar kentlerimizin varoşlarına Anadolu'daki hayatlarının bir kopyasını buraya taşıyarak yeniden kök salmaya çabalamaktadırlar. Bu çabaların ne yazık ki hepsi mutlu sonla bitmiyor. Buralarda yaşanan öyküler çoğu kez çile değil, trajedileri anlatmaya başlıyor. Bana göre; masum insan yoktur. Masum kalmaya çabalayan insanlar vardır.

Bazen kentlerdeki eğitilmiş kadınların hayatının köydeki kadınlardan daha zor ve acımasız olduğunu görüyorum. Yazılı ve görsel iletişim araçlarında oluşturulan mükemmel kadın imajları tüketime yönelik bir kadın modeli karşımıza çıkarmaktadır. Bu modele uymak adına yaşananlar Anadolu'daki en kötü şartlarda yaşamaya çalışan kadınlara bile taş çıkartabilmektedir.

Örneğimize bir kaç kuşak zengin aile sahibi kent kadınını alalım. İmkanları ölçüsünde birçok konuda kendisini geliştirmek ister. Şehirde yaşıyorum ama yeterince nimetlerinden faydalanamıyorum duygusu ile aşırılıklara kaçabilir. Yarış atı gibi eğitilmiş olan kolej meraklarını hırsla takip etmeyi severler.

Çoğu cardio sporlarından, yogaya terfi ederek derinliklerini artırmaya çabalarken ruhbanlığa bir reçete ile ulaşılacağını düşünür. Beyinlerine işlenmiş, Amerikan kültürünün gereklerini sürdürmeyi gurur meselesi yaparlar. Mümkünse bankacılık gibi hizmet sektöründe çalışıp, New York'ta bir süre yaşamak isterler. Bildikleri ile yaşadıkları ülke gerçekleri onları korkuttuğu için mutlaka çocuklarının yabancı pasaportu olması için plan yaparlar.

Çok sonraları bazı hayal kırıklıkları sonucunda Türkiye'yi tercih sıralamasına alıp dönmeyi düşünürler. Evlenme kararı alana kadar ya ilişkiler eskimiş olur ya da evlenilecek doğru erkek için yeni yeteneklere şans tanımaya devam edilir. Tamamen statik ilişkilerle tatmin olmayan ve birbirinin açığını arayan duruşlarla yan yana gelmeyi zorlaştırıcı gelişmiş egoların pohpohladığı kimlikleri; kadınlıklarının sevmeye hasret açlığı arasına sıkışan duyguları ile başa çıkamayışın sonucunda bazen bağımlılıklara varan takviyelerde mutluluğun reçetesinin aranması sonucu doktorlardan yardım almaya varacak kadar yönlerini kaybetme riski taşırlar.

Çocuk yapma yaşları geçecek diye korkmalarına rağmen tanıştıkları sorumluluklarla buna asla cesaret edemezler. Erkekleri her fırsatta tırmalarlar. Beklentileri yüksektir. Hem kadın olarak davranılmak isterler, hem de mutfağa girmeyi reddederler. Beraberliklerden çabuk sıkılırlar. Çünkü hep kendi ajandaları daha önemlidir. Kariyerleri ön plandadır. Kara gözlüklerinin arkasından dünyaya alaycı alaycı bakarken, aslında tatmin olmamış duygularını sonuçlandıramadıklarını ve beklentilerini bulamadıkları gizlerler.

Sevda ya da gurularının hayal kırıklıklarını içlerinde yaşarlar. Bazılarına şans güler ve kendilerini yürekten seven saf erkekler bulurlar. Ama sevgiden daha önemli kriterlerde vardır. Statü ve sosyal olarak kendi alamadığını ona verecek bir erkek olmalıdır. Bu sebeple onunla sadece romantizmi paylaşır, koca adayı olarak asla kabul etmez. O hep iyi bir arkadaş olarak kalır.

Kitaba uyan erkeklerde tüketim toplumunun iştahını kabarttığı ama imkanları ile bildiklerine sahip olamayan saf çıtırların peşindedir. Kadın ve erkek arası gitgide açılır. Aradıklarını bulamamış kadınlar ordusu giderek büyür... Çoğunlukla ellerindeki listedeki erkeği ararken, bir katmandaki tüm erkekleri test etmiş olurlar. Belki işlerinde başarılı olmuşlardır. Ama artık yalnızdırlar...

Bazıları analık duygularını tatmin için binlerce doları gözden çıkararak sperm bankalarına müracaat etmek için yurt dışına giderler. Ve kaşı gözü cinsi tercih edilen çocuk siparişleri verirler. Bir toplumun bel kemiğidir kadın hayatı ve hayatla yüzleşirken takınacağımız tavrı her canlıda olduğu gibi analarımızdan öğreniriz,kadın yada erkek anadan görmeyen sofra savamaz babadan görmeyen yuva kuramaz lafına inanırım.

Çok sevdiğim bir ağabeyim insanı bir kadın dünyaya getirir bir erkek duasını okuyarak gönderir der. Sanırım doğrusu bu. Ben de diyorum ki kadın erkek muamması çözüldüğünde Tavuk mu yumurtadan çıkmış yoksa yumurta mı tavuktan öğreneceğiz.

(SON)