ANADOLU'DA KADIN OLMAK (2)


Hakkari'den başlayan otobüs yolculuğum İstanbul'a kadar sürecekti.

Ancak gün aydınlandıktan sonra uyanan erkeklerin peş peşe yaktığı sigaralar yüzünden yolculuğum aniden kesmek zorunda kaldım.

Sivas Erzincan arasındaki Kızıldağı tırmanırken şoförün omuzuna vurdum. "Durdur şu otobüsü" dedim, adam çok sıkıştığımı düşündü herhalde durduk hızlı hızla eşyalarımı topladım muavine “sırt çantamı da alacağım” dedim.

Sonra bütün gece kucağında koca çocukla nefes bile almadan gelen kadının yanına gidip “Abla o iki koltuk senin İstanbul'a kadar parası ödenmiş sakın kimseye verme" dedim.

Kadının zeytin karası gözlerinin içinin aydınlandığını gördüm. Çocuğu kocasının yanındaki koltuğa bıraktı. Adamın ayaklarını iterek koridora geçti. Ben otobüsten indiğimde o benim yerime kurulmuştu bile.

Benim için kadının kadın olarak ilgimi çekmeye başladığı günlerde kadınları anlamak adına okuduğum kitaplar “Anadolu'da kadın olmanın nasıl bir hikayesi olabilir” sorusunu beynimde büyütmeye başladı.

Seksenli yıllar geride kaldığında Artvin Maçahel'de bir akşam üzeri rastladığım yaşlı bir kadının mısır tarlasını kazdırmak için şehirdeki çocuklarına göndermek üzere bana yazdırdığı bir mektup hayata bakışımda yepyeni bir sayfa açtı.

Mektubun bir kopyasını tarlasını kazmam karşılığı istedim. İkimiz için de tatminkar bir anlaşma idi. Bir hafta boyunca kadının tarlasını kazdım. İş bittiğinde ellerimin acısı bir ay sürdü. Ancak Bana yıllar sonra bile hayatımda yaptığım tek hayırlı iş o tarlayı kazmakmış gibi gelir.

Mektup daha sonra kadının çocuklarından başka, bir milyondan fazla insana ulaştı. Taşıdığı anlam ve evrensel nasihati sayesinde bir banka Almanya'daki işçilerimize gönderilmek üzere mektubu takvim yaptırdı. Benim kitabım dahil birçok yere konu oldu.
Mektup şöyle idi:

Canımın direği,

Bakma bugünkü dağların ak karına, gün gelip güneş daha sıcak doğacak ve eriyecek buzlar. Delecek toprağı otlar, sürgün verecek yine kuru görünen ağaç dalları. Uyanan toprağın yüzünü tırmalayacak umut kazmaları. Yurt dediğin nedir oğul? Doğduğun yer mi, doyduğun yer mi? Bir yere yurt diyebilmen için önce doğmalı sonra doymalısın elbette.

İstekleri bitmeyene iki cihanda da huzur yoktur. Böyle bilirim. Asıl olan çok çalışıp, az istemektir bu topraklarda. Her sene bir çift mısırdır hasatta umudum, odur bağlayan beni hayata ve buraya. Önce ekerim tohumları kara toprağa, sonra beklerim ki dönüşsünler ak koçanlara. Böyle geçti yüzyılım bu topraklarda. Ne kötüden iz gördüm, ne de namertten söz duydum... Şükrettim ama beklemedim ki Tanrı göndersin. Bildim ki eğer vermezsem bu sarı tohumu kara toprağa ne umudum kalacak, ne de toprakla bir bağ aramda. "Dağın arkası dağ olur" derler. Doğrudur. Lakin bakarsan, beklemeyi bilirsen dağın arkası bağ da olur. Onun için ne sabrımı ne umudumu yitirdim yalan dünyada.

Ana rahmi gibidir dünya insana, ana rahminde göbek bağıdır hayat bağımız, dünyada ise umutlarımız. Umudunu yitiren, hayat bağını da yitirir oğul. Ben bunu bilir, bunu söylerim.

Kalın sağlıcakla...

Dünyadan tecrit bir köydeki yaşı yüzü geçmiş bir ananın bu mektubu ve sonunda gelişen olaylar bana hem fikir hem cesaret verdi.

Anadolu'da kadın olmayı bir fotoğraf sergisi yapmaya karar verdim. Amacım ana-avrat olmasının yanında Anadolu kadınının üreten taraflarının da fotoğraflarını çekmekti.

İşte bundan sonrası bir zen rahibin resmine dönecek asla tamamlanamayacak bir konu olarak yıllarca elimde kaldı. Güneydoğu'da 17 yaşlarında bir kız kamerama "Ben okumak istiyorum. Ağabeyim beni okutmuyor, tabii burada erkeklerin sözü geçerlidir" dedikten bir hafta sonra intihar edişi ve bu intiharın çorap söküğü gibi birbiri ardına gelişi kısa sürede basının gündeminden çıksa da yıllardır bitiremediğim bu konuyu benim gündemimde tutmaya yetti.

....

Yapmak istediğim yazılanları derlemek ya da ansiklopedi bilgisi vermek yerine birebir tanıklıklarımdan yola çıkmaktı. Bugüne kadar en çok yazılıp çizilen ve bize bizden yakın olanlar hakkında bana göre tek bilinmeyen kişisel tanıklıklarımızdı.

Bu tanıklıklardan bir tanesini bugüne kadar hiç paylaşmamıştım. Toplumsal kural ve beklentilerin insanı nerelere getirebileceğinin trajedik bir hikayesi olarak, içimde küllenen bu anımın üstünden 20 koca yıl geçmiş olmasına karşılık hala içim ürperir.

Üç arkadaş Toroslar'da bütün yaz tatilimizi geçirecek şekilde bir gezideydik. Haziran ayının sonlarına doğru bir akşam üzeri otlaktan dönen koyunların arkasından önündeki eşeği ite kaka yürüten bir çobanla karşılaştık. Yaşça bizden büyüktü. Ama orta yaşlıda sayılmazdı, selamlaştık.

Bir müddet aynı yöne yürüyecektik. Bizim sırtımızda çantaları görünce halimize acımış olmalı ki "verin şu çantalarınızı merkebe yükleyeyim böylece yürümemek için inat etmez" dedi.

Bizim canımıza minnet ama üç çanta eşeğe fazla gelir diye itiraz edecek olduk ki "Yok, yok, böylece inatlaşmaz yürür" dedi.

Meğer öyle imiş eşeğin yükü ağır olursa yükten bir an önce kurtulmak için hızlı yürürmüş. Çoban haklı çıkmıştı. Biraz önce ite kaka yürütülen eşek koyunları yara yara en öne geçmiş. Son gaz obanın bulunduğu yöne doğru gidiyordu.

Biz de çobanla sohbet ede ede çadırların olduğu tarafa doğru yükselmeye başladık. Çobanla sohbet koyulaşınca akşam bizi misafir etmek istediğini söyledi. Biz de çadırımızı yakına kurabileceğimizi belirttik.

Gece nefis yoğurt, taze süt ve bakraçta demlenmiş çayla yıldızların altında nefis bir kamp oldu. Çobanın küçük kardeşi ile karısı da geç vakte kadar bize eşlik ettiler. Beş yıllık evli olmalarına karşılık çocukları yoktu. Biz de “ne güzel evlenir evlenmez çocuk yapmamışsınız, bu dağlarda beş yıldır balayındasınız” gibi sözler söyledik.

Çoban bize eşlik ederken kadın sessizleşerek ateşi seyretmeye başladı. Çoban ailesi ile gittikten sonra bile kendi aramızda “helal olsun çocuk yapmamışlar” gibi sohbetler oldu.

Sabah hep beraber uyanıp koyunların sağılışını izledik. Kahvaltıdan sonra kampımızı kaldırıp, suyu da bol olan bir kamp yerinin tarifini alarak yola koyulduk. Öğleden sonra tarifteki yere ulaştık. Güzel bir alandı. Burada bir iki gün kalacaktık.

Ertesi gün öğleden sonra etrafta pinekleyip fotoğraf çekiyorduk. Bir ara çadırların yanına doğru birisinin yürüdüğünü fark ettim. Ben de o tarafa yöneldim. yaklaştığımda gelenin çobanın eşi olduğunu fark ettim. Elinde bir bakraçla bize süt getirmişti. Bakracı çadırdaki kaplara boşaltıp kadına teşekkür ettim.

Kadın "Sana bir şey soracağım" dedi. "Sor abla" dedim. "Ben 5 yıldır evliyim ama resmi nikahım yok. Kocamı çok seviyorum, zaten birbirimizi severek aldık. Ama çocuğum olmazsa kocamın ailesi onu yeniden everecek. Bana yardım edin"

Ne söylemem gerektiğini kestiremedim. "Olur mu abla çocuk olmuyor diye kocan seni seviyorsa başkası ile evlenir mi" diyebildim. "O istemez ama ailesi mecbur eder" dedi. "Abla doktora falan gidin o zaman” dedim.

“Benim soyumda herkesin çocuğu oluyor kocamın amcasının da çocuğu olmamış suç onda ama doktora gitmiyor” dedi. “Biz bir konuşalım istersen" dedim. Kadın “yok yok, konuşmak yerine bana bir atırıverseniz" dedi. Kelimenin ne anlama gelebileceğini düşünürken kadın devam etti.

"Bizi burda belleyip fakir sanmayın aşağıda bağlarımız, traktörlerimiz var. Çocuğumuzu okutmak istiyoz, ama olmuyor. İşte belki sevabınıza siz bi atırıverirsiniz de kocamı yeniden evermezler, sevaptır vallahi günah değil."

Kulaklarım yanaklarım alev alev yanıyordu. Arkadaşlarıma baktım onlar da bize doğru geliyorlardı. Ben de onlara doğru hızlandım ki kadın önüme geçip durdu. "Ağabey bi kere yüzümü düşürdüm söyledim ne olur bana yardım edin daha kimseye söyleyemem".

Zikzak çizip yürümeye devam ederken bir yandan anlatmaya çalıştım. "Abla kadın her zaman hamile kalmaz, yumurta günlerini bilirsen kocanla o günlerde birlikte olursan çocuk olur. Hadi olmuyorsa köyünden birini bul biz bunu yapamayız" diyebildim.

"Onu da düşündüm ama köyümden birini bulursam hep başıma musallat olur. Sonu hayra varmaz ama siz gidicisiniz hem gelseniz bile beni rahatsız etmezsiniz ne olur yuvamı kurtarın ağabey."

Diğer arkadaşlarım yanımıza ulaştıklarında ikimiz de sustuk ama kadının bakışlarında hala imdat çığlıkları gizliydi.

"Abla biz bir iki gün buralardayız" dedim; arkadaşlarımın gelmesi bizim iki gün daha orada olmamız kadının daha fazla konuyu dillendirmesini durdurdu ve yaylasının yolunu tuttu. Kadın gözden kaybolunca arkadaşlarıma döndüm “kampı kaldırın gidiyoruz” dedim ve o bölgeye 15 yıl boyunca yazın bir daha gidemedim.

(DEVAM EDECEK)