Gazi Üniversitesi'nden şoke eden deprem raporu

Gazi Üniversitesi'nin İzmir depremi ile ilgili rapordan şok detaylar: Yumuşak zemin koşulları, direnci yetersiz binalar ve kalitesiz beton ile binalardan bodrum katı olmaması faciayı getirdi

Gazi Üniversitesi tarafından hazırlanan raporda, İzmir'in Seferihisar ilçesinde meydana gelen depremin yıkıcı etkisinin ilçeye 70 kilometre uzaklıktaki Bayraklı'da yoğunlaşmasının yumuşak zemin koşulları, direnci yetersiz binalar ve kalitesiz betondan kaynaklandığı belirtilerek, yıkılan binaların hiçbirisinde bodrum katı inşa edilmediğine dikkat çekildi.

Gazi Üniversitesi Deprem Mühendisliği Uygulama ve Araştırma Merkezi, İzmir Seferihisar açıklarında meydana gelen depremle ilgili 30 Ekim'de bölgede incelemelerde bulunmak üzere bir inceleme heyeti kurdu. Fakültenin İnşaat Mühendisliği Bölüm Başkanı ve Deprem Mühendisliği Uygulama ve Araştırma Merkez Müdürü Prof. Dr. A. Samet Arslan başkanlığında kurulan inceleme heyetinde yer alan Prof. Dr. Sabahattin Aykaç, Prof. Dr. S. Oğuzhan Akbaş ve Doç. Dr. Bülent Özmen, yerinde saha incelemelerinde bulunmak üzere 2 Kasım'da İzmir'e gitti. Heyet, inceleme sonrasında Seferihisar Açıkları (İzmir) Depremi Ön Değerlendirme Raporu hazırladı.

Hazırlanan rapora göre, 30 Ekim saat 14.51'de İzmir Seferihisar ilçesinin güneybatısında Doğanbey Payamlı köyüne yaklaşık 24 kilometre mesafede, Ege Denizi içinde 17 kilometre derinlikte meydana gelen depremin büyüklüğü Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı tarafından 6,6, Kandilli Rasathanesi tarafından 6,9 olarak açıklandı. Deprem başta İzmir olmak üzere Aydın, Muğla, Balıkesir, Manisa, Uşak, Çanakkale, İstanbul gibi Batı Anadolu'dan İstanbul'a, hatta Yunanistan'ın doğu kıyılarına kadar olan geniş bir coğrafyada hissedildi.

Raporda, İzmir bölgesinin tarihinde çok sayıda şiddetli ve orta şiddetli depremler yaşadığı, şiddeti çok belirgin olan 3-4 deprem kaydının bulunduğu bölgede geçmişte oluşan tarihsel depremlerden sonra bazılarında 5-6 ay ve hatta 9 aya kadar süren artçı sarsıntılar kaydedildiği aktarıldı. Son yaşanan büyüklükte oluşan depremlerin bu bölgede her zaman beklenebileceğine işaret edilerek, Ayrıca 5,9'a kadar artçı sarsıntıların olabileceğini de öngörmek gerekmektedir ifadesi kullanıldı.

Tarihsel ve aletsel dönemde meydana gelen depremlerin ve çok sayıda deprem üretme potansiyeli olan fayın varlığının bölgenin deprem tehlikesinin ne kadar yüksek olduğunu gösterdiği vurgulanan raporda, bölgede M.Ö. 1800-M.S. 1900 yılları arasında 90'a yakın hasara neden olan deprem meydana geldiği aktarıldı. Raporda, depremlerin en önemli ve yıkıcı olanlarının 31 Mart 1928'de meydana gelen Torbalı-İzmir ve 23 Temmuz 1949'da meydana gelen Karaburun-İzmir depremleri olduğu bildirildi.

Deprem kaynaklı oluşan deniz dalgası
Raporda, Ege Denizi'nde geçmiş depremlere bağlı çok sayıda tsunamiler ve yansımalı dalga salınımları adı verilen seş ya da seyşe oluştuğu anlatıldı. 30 Ekim 2020 tarihinde meydana gelen depremde deniz tabanında çökmeye bağlı oluşan deprem etkenli dalganın 15 dakika içerisinde kıyıya ulaştığı, Akarca ile Sığacık arasındaki bölgede içeriye doğru yaklaşık 800 metre ilerlediği ve deniz suyu sakin seviyesine göre yaklaşık 2 metre kadar yükseldiği anlatılan raporda, şu ifadelere yer verildi:

Depremde yıkılan veya ciddi seviyede zarar gören yapıların hemen hemen hepsinin deprem merkez üssünden yaklaşık 70 kilometre uzaklıkta yer alan Bayraklı İlçesinde bulunan 5-10 katlı betonarme binalar olması, yapı-zemin etkileşiminin ve yerel zemin koşullarının oluşan deprem hasarları üzerindeki etkisini açıkça ortaya koymaktadır. Depremin yıkıcı etkisinin, merkez üssü Seferihisar'dan 70 kilometre uzaklıktaki Bayraklı'da yoğunlaşmasının yumuşak zemin koşullarından ve yapısal yetersizlikleri ile açıklanabilir.


Hasarlar zemin katlarda yoğunlaşıyor
Hasar gördüğü halde tam göçme oluşmayan yapılar incelendiğinde hemen hepsinde yapısal hasarların zemin katlarda yoğunlaştığının gözlendiği kaydedilen raporda, şu değerlendirmeye yer verildi:

Yüksek yeraltı su seviyesinden dolayı bölgedeki binaların hiçbirisinde bodrum inşa edilmemiş, hepsi yüzeysel temeller üzerine doğrudan oturtulmuştur. Zemin kat hasarları daha yukarı katlara ya hiç sirayet etmemiş ya da az seviyede sirayet etmiştir. Binalarda tam anlamıyla deprem yer hareketi ile birlikte doğal salınıma geçmeden çok gevşek zeminden dolayı eğilme ve salınım hareketinden çok tabandan yüksek kesme kuvvetleri nedeniyle hasarlar oluşmuştur.


Binaların hasar ve göçme sebepleri
Raporda, 4 ana başlıkta toplanan göçmeye ve hasara neden olan temel sorunlardan ön önemli nedenin beton kalitesinin yetersizliği olduğu belirtilerek, Ağır hasarlı/yıkılmış binaların birçoğunda beton kalitesinin herhangi bir sınıfa sokulamayacak kadar kötü olduğu tespit edilmiştir denildi.

Yıkılan ve hasar gören binaların yanal sargı donatılarının çok eksik yapıldığı ve aralıklarının yeterli sıklıkta olmadığına işaret edilen raporda, etriye aralıkları ile ilgili kurallara da uyulmadığının tespit edildiği aktarıldı. Proje dışı izinsiz tadilatların da hasarın büyüklüğünün nedenlerinden olduğu aktarılan raporda, bina yapımında bölgedeki zemin özelliklerinin dikkate alınmamasının bir başka neden olduğu belirtildi. Raporda çözüm olarak şu öneriler sıralandı:

Bu noktada yapılabilecek en iyi iki seçenek ya yapıların (mümkünse) güçlendirilmesi, ya da kentsel dönüşüm çerçevesinde yıkılıp aynı veya farklı bir yerde yeniden yapılmasıdır. Fay Yasası bir an önce çıkarılarak diri fayların üzerinde bulunan yerleşim birimlerinin daha güvenli bir yere taşınması sağlanmalıdır. Afet eğitim çalışmalarına daha fazla önem verilmelidir. Afet ve acil durum yönetimi ile ilgili bütün kanun ve yönetmelikler, güncel bilimsel gelişmeler ve kurumsal yapılanmada meydana gelen değişikliler göz önüne alınarak bütüncül bir bakış açısı ile yeniden ele alınmalıdır. Türkiye'de rüzgar ve dalga etkenli su kabarmalarının ve deprem kaynaklı uzun dalgaların kıyılarda yaratacağı su basmalarının haritaları ivedilikle yapılmalıdır. Özellikle nehirlerin kuvvetli debileri ile fırtına ya da deprem kaynaklı deniz suyu seviye yükselmeleri çakıştığında, kıyı alanlarında önemli boyutlarda taşkın bölgeleri oluşmaktadır. Bu nedenle kıyı ve geçiş suları taşkın bölgelerinde yapılaşmaya izin verilmemeli, önceden uyarı sistemleri oluşturulmalıdır. Zemin ve temel etüt raporları standartlara uygun yapılmalı, riskli alanlar imara açılmamalı, bilimsel normlara dayalı yer seçimleri yapılmalıdır.

Üniversitenin raporunda deprem güvenliği konusunda kentsel dönüşüm, bina deprem yönetmeliğinin uygulamasının sağlanması ve İmar Kanunu ve yönetmeliklerindeki değişiklikler olmak üzere üç çalışma yapılması gerektiği belirtildi.